Nereye gidiyoruz?

Türk futbolu, tarihinin en sıkıntılı günlerini yaşıyor. Başta istifa eden Federasyon ve Süper Lig Kulüpleri olmak üzere futbolun tüm unsurları diken üstünde, hepsi de vebal altında...

424
Görevinden ayrılan Mehmet Ali Aydınlar ve yönetimi 3 Temmuz’dan buyana gündeme oturan kaos dönemini iyi yönetemedi. Hemen herkes rahatsız. Türk futbolunun kurtuluş reçetesini ise kimse yazamıyor. Kişilerin tekeline giren kulüplerin başı ağrımaya devam ediyor...
 
 
Türk sporunun 1 asra yaklaşan futbol geçmişi mercek altında. Futbolumuzdaki şike ve teşvik primi iddiaları ortalığı kasıp kavuruyor. İşin içinden çıkamayan Mehmet Ali Aydınlar Federasyonu kurtuluşu istifa ederek, ayrılmakta buldu. “Sırtımda yumurta küfesi yok” diyerek doğrularla yanlışlar, gerçeklerle senaryolar birbirine karıştı. Ayıklayabilene aşk olsun.
 
Bir taraftan profesyonel kulüplerin  büyük ölçüde erozyona uğrayan prestiji ile Spor Toto Süper Ligin değer kaybı, diğer yandan sorunları çözemeyip, iki de bir UEFA’nın hakemliğine başvuran dirayetsiz Futbol Federasyonu’nun çaresizliği. UEFA’dan Türkiye Futbol Federasyonu’na gelen “Fenerbahçe bu aşamada Şampiyonlar ligine katılabilir” yazısının kurmayları tarafından hasır altı edilerek, Mehmet Ali Aydınlar’a gösterilmemesine ne denir.  Yazık, çok yazık!…
 
Bu aczi fırsat bilen meşin yuvarlağın uluslar arası patronları, Türk futbolunu “Dut silker” gibi sallamaya başladılar.  Metris ile Fenerbahçe, Galatasaray ile Federasyon, Beşiktaş yönetimiyle Siyah-Beyazlı camia, Anadolu Kulüpleri ile 4 büyükler arasındaki amansız çekişmeler, gelir pastasının büyük dilimini almak, rakiplerinin önüne meşru zeminlerin dışında geçmek gafletine düştüler. Kulüplerin diğer unsurları gayri nizami bir platformda, adeta bir savaşın içinde. Televizyonlarda reyting peşinde koşan spor programları ise bu işin bir nevi garnitürü gibi. Sallayan sallayana, Hele; Erman Toroğlu, Hıncal Uluç ve Ahmet Çakar’ı konuşurken görseniz, zannedersiniz ki, sanki her biri FİFA ya da UEFA Başkanı. Mübarekler, olmayan konuları gündeme getirerek, hayal ürünü sanal senaryolarla bir takım mizansenler gerçekleştiriyorlar. Bu insanların sermayesi yok. Çalışarak da hiçbir şey de üretmiyorlar. “O bunu söyledi, Bu şunu dedi” şeklindeki yaklaşımları başlıca malzemeleri. Ceplerini doldurmanın kolay yolunu bulmuşlar.
 
Peki, bu işin sonu nereye varacak. Bu kısır döngü nereye gidecek? Gerçek şu ki; bu ülke insanları, pervasız senaryoculara prim tanıdığı sürece, elbette  skandallar devam edecek. Has bel kader gündemi işgal eden o bilinen kişiler, şahsi egolarını mantıklarının önünde tutarak, his ve duyguları ile hareket edip, sürekli davranış yanılgılarına düşmeye devam edecekler.
 
Ancak; bilinmelidir ki, Türk futbolu, çağdaş ve modern normlara kavuşamadığı; başlar ayak, ayaklar baş olduğu sürece, gerçek anlamda istenen ve beklenen seviyeye asla gelinemeyecek.  Bugünün spor olgusunda “Küçük olsun, benim olsun” anlayışı ile birlikte spor kurumlarının şahısların tekeline girme şansı kalmadı. Tıpkı, Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe zırhına sığınma küçüklüğü gösterdiği gibi. Ulu Önder, Büyük Atatürk boşuna söylememiş “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” diye…
 
Cahit Göveren
Paylaş