"Hürriyet Kahramanı; Bigalı Atıf Bey"

2607

 Özel Haber: Seçkin Sağlam

Ekonomide, siyasette, sosyal ve kültürel alanlarda çağının çok gerisinde kalmış; Dışarıda başarısız diplomasi ve emperyalist devletlerin baskısı, Kafkaslardan Balkanlara kadar savaşlar ve isyanlar sürürken, içeride ise “Jön Türk” hareketi başta olmak üzere, askeri öğrenciler ve aydınların oluşturduğu örgütlenmelerle, demokrasi talebi giderek artmıştı… 600 yıllık hanedanlık rejimi için, Mebusan Meclisi ve Anayasa ilanları zorunlu hale gelmişti. Abdülaziz’in şüpheli ölümü ve 5’inci Murat’ın oldukça kısa süren iktidarının ardından tahta çıkan 2’inci Abdülhamit’in önünde tek seçenek vardı; Demokrasi! Tahta geçmeden vaat ettiği ilk Osmanlı Anayasası olan Kanuni Esasi’yi 23 Aralık 1876’da ilan eden 2. Abdülhamit, 19 Mart 1877’de ise Meclis-i Umumi’yi açmak zorunda kaldı. Ancak sonrasında yaşanan süreçte de ortaya çıkacağı üzere, Osmanlı’nın 34’üncü padişahı için “demokrasi” sadece bir araçtı… Onun tahta çıkışının mimarı olan Mithat Paşa’yı sürgüne gönderen 2. Abdülhamit, 14 Şubat 1878’de, savaş bahanesi ile Anayasa’yı askıya almış, Meclis-i Umumi’yi ise tatil etmişti… 1’inci Meşrutiyet’in kısa sürmesine rağmen, büyük bir deneyim ile son bulmuş, Osmanlı toprakları, 30 yıl boyunca “tek adam” rejimi ile Yıldız Sarayı’ndan yönetilmişti…

 

               

Baskı rejimi sorunları çözmüyor, daha da derinleştiriyordu…

Basının yasaklandığı, darbe korkusu ve tehdidinin hiç bitmediği Osmanlı’da, 30 yıllık “istibdat dönemi”, baskı politikaları ve zor yoluyla idare edilen bir sürecin yaşanmasına neden olmuştu. Ancak, 2’inci Abdülhamit’in bu tarzı da Osmanlı’nın içinde bulunduğu sorunları bitirmemiş, aksine her sorun daha da derinleşerek çözümsüzleşmişti. Gelişen çağ, rejimlerin de değişmesini zorunlu kılıyor, aydınlanmacı hareketler dünyanın birçok yerinde başarıya ulaşıyordu. Rusya’daki 1905 Devrimi, 1906’da meşrutiyeti ilan eden İran, farklı koşullara sahip olsalar da, özünde bu değişim ve dönüşüm döneminin kaçınılmaz birer yansımalarıydı. Ve Osmanlı için aydınlanmacı çember daha da daralmaktaydı. Değişen rejimlere, yönetimlere rağmen, Osmanlı; meclisi tatil edilmiş, anayasası askıya alınmış, aydınları, gazetecileri hapislere/sürgünlere göndermiş bir ‘tek adam’ ve Yıldız Sarayı iktidarı ile yönetiliyordu. Ülkesinin hakim olduğu topraklardaki halklar, üretici köylüler, askerler, öğrenciler, aydınlar, bu baskı rejimini kabul etmiyor, değişmesi için mücadele ediyorlardı. Dönemin en örgütlü mücadele örgütlerinden biri de İttihat ve Terakki idi. Artık, yer altı mücadele araçları yeterli gelmiyor; açık isyanlar, eylemler, grevler patlak veriyor ve her biriyle uğraşmak ise mevcut yönetiminin kabiliyet sınırlarının dışında kalıyordu.  1’inci Meşrutiyet döneminin sorunları çözümsüz kaldıkça, sorunlar daha örgütlü mücadeleler ve isyanlar olarak 2’inci Abdülhamit’in karşısında birikiyor, ne içeride ne de dışarıda baş edilemez bir hal alıyordu “tek adam” rejimi…

 

“Tek adam” rejimine karşı muhalefetin birliği…

1’inci meşrutiyet kısa sürmüştü belki ama, birçok açıdan büyük bir deneyim bırakmıştı. Bunlardan biri de, 600 yıllık hanedanlık rejiminin yarattığı “korku imparatorluğu” yıkılmıştı. İsyanlar, eylemler ve grevler artık daha örgütlüydü… Yıldız Sarayı’nın sıkı denetimi ve kontrolü altındaki basının dışında, baskı rejimine karşı, bir biçimde yayınlarını sürdüren gazeteler halkı mücadeleye çağırıyor; Anayasa ve mebusan meclisi talebi, laiklik, özgürlük ve adalet gibi kavramlar sloganlaşarak sokaklarda daha gür ifade ediliyordu.  Baskı rejimi öyle bir hal almıştı ki, gayri müslümler ve Müslümanlar kol kola eylemler yapıyor, askerler, öğrenciler, aydınlar, görüşleri birbirinden farklı olsalar da tek bir slogan altında birleşebiliyorlardı. Fransız Devriminin “özgürlük-kardeşlik-eşitlik” sloganı, Anadolu ve Balkanlarda ; “Adalet” kavramı ile de birleşerek, halkın talebi haline geliyordu.

 

Yolun sonu; Özgürlük, kardeşlik, eşitlik ve adalet!

İşte tüm bu mücadeleler ve koşullar, 2’inci Meşrutiyeti kaçınılmaz kılıyor, 2’inci Abdülhamit’i geri adım atmaya zorluyordu. Grevler ve eylemlerle sarsılan Anadolu’da, kaymakamlar ve valiler eylemlerin odağı haline geliyor, korkusuz halk demokrasi talebini her yerde dile getirmekten çekinmiyor, kentler eylem alanlarına dönüşüyordu. Makedonya’da Resneli Niyazi Bey, arkadaşlarıyla dağa çıkmış ve isyana başlamıştı. İsyanları önlemek için üst düzey yetkilerle donatılmış Şemsi Paşa ise Makedonya’da çalışmalarına başlamış, harekat planlarını yaparken gerekli talimatları da vermekteydi. İttihat ve Terakki’nin genç üyesi Atıf Bey’in çektiği tetik ise sadece Şemsi Paşa’yı öldürmemiş, aynı zamanda “1908 Devrimi” olarak da değerlendirilen 2. Meşrutiyetin ilan edilmesinde büyük rol oynamıştı… Atıf Bey’in çektiği tetik; halkın, aydınların, öğrencilerin talebi olan “Özgürlük, kardeşlik, eşitlik ve adalet!” talebinin bir yansıması olmuştu.

ÇOMÜ Öğretim Üyesi Dr. Mithat Atabay ile 2’inci Meşrutiyet’e giden süreci, “Hürriyetin İlanı”nı, Meşrutiyetin en önemli olaylardan biri Bigalı Atıf Bey’in Şemsi Paşa’yı vurmasıydı olayını konuştuk. Atabay, Gazetemiz Çanakkale OLAY’a özel açıklamalarıyla Anadolu tarihinin en önemli olaylarından birini anlattı…

 

30 yıllık istibdat dönemi…

“İktidara gelebilmek için Mithat Paşa’ya her türlü tavizi veren 2.Abdülhamit 1876 yılında padişah oldu” diyen Atabay, “Birinci Meşrutiyet 23 Aralık 1876’da ilan edildi, fakat Sultan Abdülhamit 93 harbini bahane ederek, 14 Şubat 1878’de Mebusan Meclisini tatil etti, Kanun-ı Esasi’yi rafa kaldırdı. Dolayısıyla Birinci Meşrutiyet oldukça kısa sürdü ve mutlakıyet yönetimi yeniden başladı. İkinci Abdülhamit’in 1878’den 1908 tarihine kadarki  ‘istibdat dönemi’ yaşandı. Bu dönemde her alanda sansür uygulandı. ‘Hürriyet, grev, ihtilal’ kelimeleri yasaktı. Ayrıca Ziya Paşa, Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Shakespear, Rousseau, Voltaire, Victor Hugo ve Emile Zola’nın eserlerinin basılması ve okunması suçtu. 20 Aralık 1881 tarihinde ‘Duyun-u Umumiye İdaresi (Genel Borçlar İdaresi)’ kuruldu. Osmanlı Devleti’nden alacaklı olanlara, belli devlet gelirlerini toplama hakkı tanındı. Abdülhamit döneminde adalet işleri Nizamiye Mahkemeleri, Şeriat Mahkemeleri, Cemaat Mahkemeleri, Karma Ticaret Mahkemeleri ve Konsolosluk Mahkemeleri olmak üzere beş çeşit mahkemede görülmeye başlandı ve hukuk felç oldu. 1890 yılından başlamak üzere Doğu Anadolu’da devletin gücünün kalmaması sebebiyle aşiretlerin askeri gücünden yararlanmak ve Ermenilerin faaliyetlerini engellemek amacıyla ‘Hamidiye Alayları’ adıyla hafif süvari alayları kuruldu. Askeri alanda Almanya’dan uzman istendi ve ilk kez 1882 tarihinde dört kişilik üst düzey subaylardan oluşan Alman Heyeti İstanbul’a geldi. 1899 yılında ünlü ‘Berlin-Bağdat Demiryolu Projesi’ başlatıldı ve Osmanlı hızla her alanda Almanya’nın çıkar alanı olma yolunda ilerlemeye başladı. İkinci Abdülhamit’in Mebusan Meclisini tatil etmesi ve Kanun-ı Esasi’yi yürürlükten kaldırması aydınlar ve halk üzerinde olumsuz etkiler yaptı. Aydınlar Meşrutiyet idaresinin yeniden kurulması amacıyla, yurt içi ve yurt dışında faaliyetlere başladılar. Bu durum ikinci Meşrutiyete kadar devam etti” dedi

 

Demokrasi talebi ve örgütlü mücadele!

Dr. Mithat Atabay, bu baskı politikalarına karşı oluşan örgütlenmelere de değinerek, “Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde devlet yönetiminde önemli görevler almış olan kişiler Osmanlı’da Mülkiye, Harbiye ve Tıbbiye’den mezundular. Meşrutiyet yönetimini yeniden kurmak ve İkinci Abdülhamit yönetimine son vermek amacıyla 21 Mayıs 1889 tarihinde kurulan, ileride ‘İttihat ve Terakki Cemiyeti’ adını alacak olan ‘İttihadı Osmanî Cemiyeti’nin kurucuları da bu okullardandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti hızla gelişti. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti geliştikçe kendi içerisinde de düşünce ayrılıkları görülmeye başladı. 1907 yılı aralık ayında Paris’te yapılan İkinci Jöntürk Kongresi’nde, farklı gruplar aralarındaki mücadeleyi hedefe ulaşıncaya kadar durdurmak kararı aldılar. Bu kongreye Prens Sabahattin Bey başkanlık etti. Yayınlanan bildiride ‘Bu kadar felaketlere sebebiyet veren idareyi derhal ve her ne vasıta ile olursa olsun yıkmak elzemdir. Bunun için; Sultan Hamit’i tahtından çekilmeye zorlamak, Mevcut yönetimin biçimini değiştirmek ve Demokrasi ve Meşrutiyet yönetiminin kurulmasını sağlamak’ kararı alındı” dedi

 

Sultan Abdülhamit’ten yetkili Şemsi Paşa Makedonya’da…

“Osmanlı İmparatorluğu 20’nci yüzyılın başında iyice güç kaybetmiş, adeta yaşayan bir ölü görünümündeydi” diyen Atabay, “Büyük çoğunluğu gençler ve subaylardan oluşan İttihat ve Terakki Cemiyeti, padişah İkinci Abdülhamit’in baskısına rağmen imparatorluğun özellikle Balkan topraklarında faaliyetlerine hız vermişlerdi. Bu gençlerin amacı Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesiydi. Bu arada İngiltere Kralı ile Rus Çarı Reval’de baş başa vererek Osmanlı toprağı olana Makedonya konusunda anlaşmışlardı. İttihat ve Terakki içerisinde tedirginlik giderek artmış ve bir şeyler yapmak zamanının geldiği söylenir olmuştu. İkinci Abdülhamit, İttihat ve Terakki’nin yapabileceğini düşündüğü faaliyetlerini engellemek için Şemsi Paşa’yı Makedonya’ya gönderdi. Bu sırada Kolağası (Önyüzbaşı) Resneli Niyazi Bey, yüz kadar arkadaşı ile dağa çıkarak isyan başlattı. Şemsi Paşa Manastır’a giderek telgrafhanede aldığı tedbirleri üstlerine bildirdi. Gerekli yerlere de yapacağı harekâtla ilgili emirler verdi. İttihatçılar, Şemsi Paşa’nın harekâta girişmemesi konusunda kendisini uyardılar. Ama O, bu ikazları dikkate almadı” dedi

 

Bigalı Atıf Bey, Şemsi Paşa’yı infaz ediyor

Dr. Atabay, “Reval görüşmeleri ittihatçıları acil olarak harekete zorladı. Bunun üzerine devrime dönüşecek olaylar Kolağası Niyazi Bey’in Resne’de ayaklanması ile başladı. Niyazi Bey’in önerisi ve girişimi üzerine bölgede yasayan Müslümanlar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimi altında bir çete oluşturmuşlardı. Resne’deki birliklerin basında bulunan Kolağası Niyazi Bey, 3 Temmuz’da eşkıya izlemek bahanesiyle yüz kadar askeri birliği bir grup yerel yöneticiyle beraber daha önce örgütlenmiş olan sekiz yüz kişilik silahlı sivil halkla buluşmaları için dağlara gönderdi. Kosova Vilayeti Komutanı Şemsi Paşa, Niyazi Bey’in önderliğindeki grubu etkisiz hale getirmek için iki taburla Mitroviçe’den Manastır’a gönderildi.  Şemsi Paşa, 7 Temmuz’da Manastır’dan ayrılmak üzereyken, bastonuna dayanarak Manastır Telgrafhanesi’nden inmeye başladı. Tam sokak kapısının eşiğine geldiğinde emir subayı Mülazım Hüseyin Ağa’dan eldivenlerini getirmesini istedi. Teğmen Hüseyin Ağa odada unutulan eldivenleri getirmek için hızla yukarıya çıktı. Şemsi Paşa da arabaya binmek üzere kapıdan dışarıya çıkmak üzereydi. Manastır Telgrafhanesi’nin önü Şemsi Paşa’yı görmek isteyen halk tarafından doldurulmuştu. Halk birbirini itiyordu. Kalabalık içerisinde genç bir teğmen Şemsi Paşa’ya yaklaşmak için çaba sarf ediyordu. Bu genç teğmen Bigalı Atıf Bey’di. Atıf Bey, silahını hedefine çevirmek için uygun bir yere gelebilmek için çabalarken bir taraftan da arkadan halk Şemsi Paşa’yı görmek için iteliyordu. İttihat ve Terakki’nin bu genç fedaisi Atıf Bey, biran evvel görevini yapmak istiyordu. Padişah İkinci Abdülhamit tarafından geniş yetkilerle Manastıra gönderilen Şemsi Paşa’yı görmek isteyen halk da sabırsızlanıyordu. Şemsi Paşa, yorgun ve ağır adımını kapının eşiğinden dışarı attığında Atıf Bey, sağ elini ceketinin altına soktu, pantolonunun önüne ve beline doğru sokulu bulunan Nagant tabancasının kabzasından tuttu, silahı çıkardı ve etrafındakilere göstermeksizin yavaşça kaldırdı. Atıf Bey’in heyecanı iyice artmıştı. Atıf Bey, Şemsi Paşa’ya üç el kurşun atacaktı. İlkini Şemsi Paşa’nın başına, ikincisini göğsüne ve sonuncusunu da karnına nişan alacaktı. Atıf Bey, bir saniye içinde tetiğe bastı ancak kurşun sekerek Şemsi Paşa’nın sol omzundan geçti, kulağına dokunarak telgrafhane kapısının yanındaki taşa çarptı. Ortalık birden bire karıştı. Şemsi Paşa, dimdik ayakta durarak kurşunun geldiği yere baktı. Atıf Bey, Şemsi Paşa’nın ayakta olduğunu görünce tekrar silahını ateşledi, bu defa hedefi Şemsi Paşa’nın göğsüneydi. Şemsi Paşa, birdenbire ellerini yukarı kaldırdı, sonra yere kapanır gibi eğildi ve acı bir sesle ‘Ah’ diyebildi. Atıf Bey, tekrar tabancasını çevirdi ve bir kurşun daha sıktı. Ortalık iyice karıştı. Şemsi Paşa, İttihatçı bir subay olan Atıf (Kamçıl) Bey tarafından öldürüldü” dedi

 

Hürriyet Kahramanı: Atıf Bey

“Atıf Bey karışıklıktan yararlanarak kaçtı ve bir arkadaşının evine sığındı” diyen Atabay, “İttihatçılar tarafından Atıf Bey, önce Resne’ye sonra da Ohri’ye gönderildi. Dağa çıkan Niyazi Bey’le görüştü. Atıf Bey’in Manastır Telgrafhanesi’nin önünde attığı kurşun İkinci Meşrutiyetin fitilini ateşledi. Atıf Bey Meşrutiyet ilan edilince ‘Hürriyet kahramanı’ oldu. Atıf Bey, bu olaydan ceza almadı.  Şemsi Paşa’nın öldürülmesinin ardından Niyazi Bey isyanını bastırmaya, Müşir Tatar Osman Paşa tayin edildi. Bölgenin içerisine düştüğü askeri ve siyasi durumdan sonra İkinci Abdülhamit’in bu isyanı bastırabilmesi için Makedonya’daki 3’ncü Ordu ve Edirne’deki 2.Ordu’dan yararlanma imkânı kalmadı. İsyanı bastırmak için Anadolu’dan kırk yedi tabur asker gönderildi. Ayrıca Makedonya’daki Rum çetelerinden faydalanılması düşünüldü. Tatar Osman Paşa, Manastır’a geldiğinde İzmir’den Selanik’e asker sevki de yeni başladı” dedi

 

22 Temmuz’da Makedonya’da meşrutiyet ilan edildi

“İttihat ve Terakki Cemiyeti, Anadolu’dan Rumeli’ye gönderilen birliklerin Resneli Niyazi Bey’in üzerine gitmesini önlemek için Doktor Nazım Bey’i İzmir’e gönderdi” diyen Atabay, “Doktor Nazım Bey, Bursalı Tahir Bey ve bir takım İttihatçılar Anadolu’dan vapurlarla sevk edilen askerleri ikna ederek bir kısım askerin daha Selanik’e gelmeden, bir kısmının ise Manastır yolunda İttihat ve Terakki Cemiyetine katılmalarını sağladılar. Şemsi Paşa’nın öldürülmesinden sonra telaşa düsen Sultan Abdülhamit, subay ve askerlere nasihat etmek üzere Müşir Şükrü Paşa ve Birinci Ferik Rahmi Paşa’nın başkanlıklarında Selanik, Manastır ve Kosova bölgesine bir heyet gönderdi. Ancak bu nasihat heyetinin sözünü dinleyen olmadı. İttihat ve Terakki Cemiyeti Müşir Tatar Osman Paşa’yı cemiyet aleyhine yaptığı hareketler nedeniyle tutuklama kararı verdi. Bu görevi Eyüp Sabri Bey ve Resneli Niyazi Bey yerine getirecekti. 22 Temmuzda, Niyazi Bey ve Eyüp Sabri Beyler cemiyetin emrini yerine getirmek üzerine iki tabur askerle harekete geçtiler ve Manastır’da bulunan Ordu Komutanı Tatar Osman Paşa’yı dağa kaldırdılar. İttihatçılar 22 Temmuz’da Makedonya’da yönetime el koydular.  İttihat ve Terakki Cemiyeti, kontrolü eline geçirdiği Makedonya’nın kurtarılmış kasabalarında Meşrutiyeti ilan etti. 23 Temmuz’da Manastır’da yapılan törenle resmen Meşrutiyet ilan edildi. Aynı saatlerde Siroz, Resne, Debre ve Makedonya ile Arnavutluk’taki diğer kasabalarda da Meşrutiyet ilan edildi” dedi.

 

Abdülhamit Kanuni Esasi’yi ilan etmek zorunda kaldı

Atabay, 2’inci Meşrutiyet’in ilanını ise; “Meşrutiyetin ilanından sonra Makedonya’dan İkinci Abdülhamit’e gönderilen telgraflarda veliahda biat etmek üzere 3.Ordu’nun İstanbul’a hareket edeceği bildiriliyordu. İkinci Abdülhamit, bunun üzerine Kanun-i Esasi’yi ilan etmeye mecbur kaldı. Sultan İkinci Abdülhamit, 24 Temmuz günü Kanun-i Esasi uyarınca Meclis-i Mebusan’ın açılmasını ve hemen seçime gidilmesini emreden bir fermanı yayınlamak zorunda kaldı. Meşrutiyetin ilanından sonra Makedonya’daki olaylar kısa sürede yatıştı. Bulgar, Sırp, Yunan çeteleri Selanik’e gelerek İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticileriyle görüştüler ve silahlarını bıraktılar. Padişah II. Abdülhamit, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinden iki kişiyi huzuruna kabul etti. Aynı anda Cemiyetten birkaç kişilik heyet de Sadrazamın huzuruna kabul edildi. Padişah huzuruna kabul ettiği bu iki kişiye ‘Bütün efrad-ı millet, Terakki ve İttihat Cemiyeti azasındandır. Ben de reisleriyim. Artık birlikte çalışalım, vatanımızı ihya edelim’ dedi. İkinci Meşrutiyet’in ilanından bir gün sonra, 24 Temmuz ‘sansürün kaldırıldığı gün’ olarak tarihe geçti ve Cumhuriyetten sonra “Gazeteciler Bayramı” olarak kutlanmaya başladı. 23 Temmuz “Anayasa ve Hürriyet Bayramı” olarak kutlanmaya karar verildi.

Paylaş