Usta sanatçı Abdullah Şahin ile ülkemizdeki tiyatro sanatının durumu, “beni artiz yapanın” adlı yeni çıkan kitabı ve yarın sahneye koyacağı “Yoksa Oyunamı geldik” adlı tiyatro oyunu ile ilgili bir söyleşi yaptık.
• 40 yıllık bir tiyatro hayatınız var. Bugün gelinen yerde tiyatro sanatının içinde bulunduğu durum nedir?
Deveye sormuşlar boynun niye eğri diye O da nerem doğru ki demiş. Tabi ki her şey birbirine bağlı Sosyo ekonomisi kültürü sağlam olmayan bir ülke de tek başına tiyatronun bir kardelen çiçeği gibi karların arasından çıkması beklenemez.Özel yeteneklerin bireysel çabalarıyla tek tek yapılan çalışmalar Türk tiyatrosunun iyi bir yerde olduğunu göstermez. Tiyatronun durumunu ülkenin geneline bakarak yanıtlayacak olursak Türkiye’nin durumu gibi, gelen seyirci sayısını nüfusla oranladığınız zaman çok çok düşük bir rakam çıkar. Bazı büyük kentlerimizde tiyatro faaliyetleri yapılmakta, oyunlar sergilenmekte ama bazı kentlerimizde hala tiyatro tiyatrocu denince ağzından ateş çıkaran adamları beklemekteler. Gene nüfusa oranla bir kıstas ortaya koyacak olursak İstanbul nüfusunun 2 milyon olduğu dönemlerde İstanbul’da 40 a yakın tiyatro perdelerini açmakta Ionesco’dan Aziz Nesin’e tüm dünya yazarlarının oyunlarını sergileyerek seyirci sıkıntısı çekmemekteydi. Türkiye’de ki tiyatronun durumu hava durumu gibi bazı yerlerde güneşli bazı yerlerde ise alabildiğine kurak.
• Tiyatro sanatının yok edilmeye çalışıldığı siyasal müdahaleleri yaşadık.Şehir tiyatrolarının kapatılması girişimlerinden tutun, tiyatro ile ilgili olmayan bazı kişilerin bu tiyatrolara yönetici olarak atanmasına kadar bir takım müdahalelere şahit olduk. Neler oluyor, Tiyatro sanatının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Tiyatro aşk sevgi ve heyecanla yapılan bir sanat olduğu için idari ve bürokratik baskılar tabi ki gelişimi önlemekte. Ama ben şahsen hiç bir zaman tiyatro sanatının duracağına inanmıyorum. Tiyatro iktidar yöneticilerinin de bildiği gibi en anarşist sanat dalıdır. Kitleleri uyandırır kıpırdatır yürütebilir bile. Ama tabi ki sanattan da korkmamak lazım. Sanatsal faaliyetleri öcü gibi görüp yasaklayıp iptal etmeye kalkmak bir süre sonra bumerang gibi geri dönüşüne hazır olmayı getirmeli. Tiyatro sanatı da diğer sanatlar gibi muhaliftir. Bu da hoşgörüsü olmayan iktidarları rahatsız eder.İktidarımız yapılan her işi para ile ölçtüğü için Tiyatroya yatırdığı paraların karşılığının gelmediğini görünce üstelik bir de muhalif bir sanatı neden yaşatalım ki mantığında.Tiyatronun geleceğini ise şöyle görüyorum .99 Marmara depreminde mühendisler tarafından yapılmayan bütün binaların çöktüğü gibi işinin ehli olmayan ve bu sanattan anlamayan kişilerin idareciliğinde de tiyatronun kaçınılmaz depremi de yaklaşmaktadır. Fakat bilinmelidir ki iktidarlar gelir geçer ama sanat küllerinden tekrar doğar.
• Geçmiş yıllarda tiyatroların turneleri vardı. Bir çoğumuz tiyatro ile böyle tanıştık. Bu gelenek yok oldu. Bunun nedenleri nelerdir. Bu durum Tiyatro sanatını nasıl etkiler?
Turne büyük kentlerde yeşeren sanatsal damarların Anadolu’ ya ulaşması idi bence. İktidarın sanatı yani tiyatroyu gereksiz hatta zararlı olarak görmesi turne alışkanlığını bitme noktasına getirdi. Televizyonunun da turnelerin azalmasında büyük etkisi olduğu söylenebilir. Çünkü her akşam ekranında görmek istediği tüm yıldızları görmekte tiyatro sanatını da tanımadığı ve lezzetini tatmadığı için de tiyatroyu aramamaktadır seyirci. Hatta iş öyle bir hale gelmiştir ki turne organizasyonlarında oyununuzda tv den kimler var diye sorulmakta ve bir tv şöhreti oyunlarda gerekli hale getirilmiştir. Turnelerin bitme noktasına gelmesi, sergileme alanlarının azalması ve ekonomik girdinin sağlanamaması tiyatro salonunu elbette olumsuz etkiler.
• “Beni Artiz Yapanın” adlı kitabınız çıktı. Kitabınızda sanat dünyasının megaloman yapısına dikkat çekiyorsunuz. Vermek istediğiniz mesaj nedir?
Tiyatro bir sanat mıdır yoksa kendini gösterme içgüdüsünün önlenemez yükselişi midir.
Bu kitabımda amacım çok şey borçlu olduğum tiyatro sanatına ihanet etmek değildir. Fakat her meslek grubundaki gibi tiyatroda da yapılan yanlışlıkları ve ego savaşlarını 40 yıllık tecrübeme dayanarak ortaya koymak istedim.
• Kitabınızda 40 yıllık meslek hayatınızın anıları ve deneyimlerine dayanarak önemli tespitleriniz var. Önemli gördüğünüz bazı değerlendirmelerinizi paylaşır mısınız?
Yukarda da bahsettiğimi gibi tiyatro seyircisinin az olduğunu ve tiyatroya ilginin çok yetersiz olduğunu görüyorum. Buna karşın ilk öğretimden itibaren okullarda drama dersleri zorunlu olmalı. Çocuklarımız hem tiyatro seyircisi yetişip hem de kendilerini daha iyi ifade edeceklerdir. Ülkemizde ki tv nin de tiyatro seyircisi yetiştirmeyip, kolaycı hareket kabiliyeti az seyirciler oluşturduğunu bu seyircilerin de tiyatrodan uzak kaldığını düşünüyorum. Televizyon aynı zamanda toplu seyir alışkanlığını da bitirdi. Bence toplu seyir bir toplumun çimentosu. Beraber gülmek beraber ağlamak acı da, keder de ve neşe de paylaşımcı olmak gerek.
• Ülkemizde tiyatro eğitiminin içinde bulunduğu durumu, aynı zamanda tiyatronun izlenilirliğinin arttırılması konusunda yapılması gerekenlerin neler olduğunu düşünüyorsunuz.
Türkiye de 200 civarında yüksekokul var. Bunların büyük bir kısmında tiyatro bölümleri var buradaki hocaların nereden yetişip tiyatro eğitimi verdikleri bir muamma. Ben de bu eğitimlerin yeterli olmadığını üzüntüyle görüyorum. Tabi bu bizden sonra gelenlerin hatası değil, kitabım da da bahsettiğim gibi ben ve benden önce ki meslektaşlarım çok iyi ustalarla çalışma ve iyi hocalardan eğitim alma şansına sahip ender şanslılardanız. Fakat ne yazık ki hocalarımız kendilerinden sonra bu eğitim bayrağını taşıyacak insanlar bırakmadılar. Sanırım burada da ego devreye girmiş olabilir. Hani en iyi ben olayım öldükten sonra bile hep ben konuşulayım ve bu işte tek olayım diye düşünülmüş olabilir. Örneğin Yıldız Kenter, 60 yıl ülkemizin en önemli kurumların da hocalık yapmış ama kendi yerini dolduracak bir oyuncu yetiştirmemiştir.
O da politikacılarımız gibi davranıp “benden sonra tufan” mantığıyla yerine insan yetiştirmemiştir.
• Tiyatro sanatı ile ilgilenenler ciddi ekonomik sorunlar yaşıyorlar. Hatta biliyoruz ki bir çoğu yaşamını yitirdiklerinde vergi dairesi başta olmak üzere borçlu ölüyorlar. Tiyatrocuların kaderlerinde unutulmuşluk var. Böylesi koşullarda tiyatro yapmak nasıl bir duygu.
Ne yazık ki ülkemizde özel tiyatro koşullarında bu işi yapmak çok zor ve insanda güvensizlik yaratan duygular oluşmasına sebep oluyor. Pırlantadan % 1 vergi alan devletimiz bizden % 18 alıyor. Kısaca hükümetin bile tiyatro yapılmasını istemediği bu ülke de bizim ki Don Kişot’luk.