Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Kaset skandalından, Gestaş iskelesindeki parmaklıklara…

2339
Yaşamımızın her noktası korku ve onun argümanları üzerine şekillendiriliyor.
Özgürlük dışı motifler, yaşamımıza damgasını vuruyor…
Telefonda konuşmaktan korkuyoruz…
Birileri istedikleri gibi yatak odalarına kadar girerek özel hayatları teslim alabiliyor…
Yazılmamış kitaplar nedeniyle gazeteciler tutuklanıyor...
Deniz’leri anan insanlar gözaltına alınıyor…
Özetle korku imparatorluğuna doğru hızla yol alıyoruz.
Böylesi bir iklimin hakim olduğu koşullarda estetik anlayışımız bile etkileniyor.
Gestaş iskelede yeni bir düzenleme yaptı, çokta güzel oldu…
Fakat iskele alanına girmeyi engelleyen o ‘modern’ kafesli tellerin oluşturduğu hava, yine bir hapishane görüntüsünü veriyor.
‘Modern hapishane’ desek daha yerinde bir tanımlama olacak.
Hâlbuki çok daha uygun bir çözüm ile kafesli tel görüntüsünün verdiği algıdan uzak, düzenlemenin kendi ruhuna uygun bir görünüm yaratılabilirdi.
Fakat korku imparatorluğu motifleri ve ruhu ile algılarımız o kadar teslim alınmış ki; basit bir çözüm için dahi hemen aklımıza yasakçı ve polisiye tedbirlerin yansımaları gelmekte.
Düşünsenize, insanlar öyle bir tedirgin hale getirilmiş ki; gerçekten yaşam alanlarımız teslim alınıyor.
CHP’nin bilişim teknolojisi uzmanı Adana Milletvekili Tacidar Seyhan, şimdiye kadar 20’nin üzerinde milletvekilinin ricası üzerine ev ve ofis araması yaptığını belirterek,
20 milletvekilinin evine gizlice yerleştirilmiş kameralar bulduğunu söyledi.
Tüm yaşam alanlarımızın kontrol altına alınmaya çalışıldığı bir dönemde “şimdi nerden çıkarttın Gestaş iskelesinin parmaklıklarını” dediğinizi duyar gibiyim.
Özgürlüklerin yok sayıldığı bir sistemin çeşitli yansımalarını çeşitli noktalarda böylece hep birlikte yaşıyoruz. 
Diğer taraftan da kendini muhafazakâr aile danışmanı olarak tanıtan bir bayan çok eşliliği savunan düşünceleri ile bir başka garipliğe işaret ediyor.
Bu bakımdan zor bir ülkedeyiz.
Demokrasi ve özgürlüklerin içselleştirildiği, demokrasi kültürünün geliştiği bir zeminin önemi şimdilerde çok daha gerekli.
Önümüzde var olan seçimler ile ilgili tercihlerimizi yaparken bu noktayı göz önünde bulundurmalıyız.
Demokrasi ve özgürlükler kavramını sözde değil özde savunan siyasi kesimlerden yana tavrımızı koymalıyız.
Bu gerçeği daha iyi anlayabilmek için şu sorunun cevabına ihtiyacımız var!
Bu gün demokrasi ve özgürlükler itibarıyla mağdur olan kesimler kimler?
Tabiî ki işçiler, emekçiler, yoksullar, Kürtler, öğrenciler, kadınlar, engelliler, yani toplumun geniş bir çoğunluğu.
Bu düzen ile uyum içersinde olanların böyle bir problemi yok.
Onlar zaten mevcut haramiliklerini sürdürmek için özgürlük ve demokrasinin önüne engeller çıkartıyorlar.
İşte 12 Haziran bu bakımdan bir dönüm noktasıdır.
İşte bu bakımdan;  korkmadan yaşanılacak bir ülke için, iş ekmek özgürlük talebi öne çıkan bir talep olmaktadır.
İnsanca yaşanacak bir ülke için…
Yoksulluğun kader olmaktan çıkıp, herkesin, yarınından endişe duymayacağı…
Herkesin kendi dilinde okuyup yazacağı, kendi kültürünü yaşayacağı…
İnancını özgürce yerine getirebileceği…
Baskının, zulmün, yasakların değil, barışın, kardeşliğin, eşitliğin egemen olacağı…
Kadınların toplumsal eşitliğinin sağlanacağı, şiddete, tacize uğramayacağı, sokaklarda vurulmayacağı, katliama dönüşen cinayetlerin son bulacağı, özgürce, sömürülmeden, hor görülmeden çalışabileceği …
İşçilerin, emekçilerin, kamu çalışanlarının sendikalı, grevli, toplu sözleşme hakkının olacağı…
İşten atmaların, sürgünlerin son bulacağı…
İşçilerin, emekçilerin, yoksulların adaletinin egemen olacağı…
Telefon dinleme, takip, baskı, şantaj terörünün son bulacağı…
Kitapların tutuklanmadığı, kitabın bomba ile aynı tutulmadığı…
Bilimin düşüncenin en özgür biçimde var olduğu…
Kültür sanatın özgür sular gibi akacağı, heykellerin yıkılmadığı…
Sağlığın, eğitimin en temel insan hakkı olduğu, bunların bedava olduğu…
İnsanların ilaç kuyruklarında can vermediği…
Gençlerin yarınlardan umutlu olduğu…
Sınav şifrelerinin hükümet yanlılarına verilmediği…
Herkes üniversite kapılarının açık olduğu…
Demokratik, bilimsel ve özerk üniversitenin yerleştiği…
Ormanların yakılmadığı, satılmadığı, sularımızın zehirlenmediği, radyasyon bulutları korkusunun olmadığı…
Bir Türkiye için, şimdi bir kez daha düşünün.