İNSANI GELİŞME VE EĞİTİM
Prof. Dr. Coşkun Bakar
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı(UNDP) tarafından 1990 yılından itibaren insani gelişme izlenmektedir. Bu amaçla İnsani Gelişme İndeksi(İGİ) olarak tanımlanan bir kompozit indeks geliştirilmiştir. İGİ doğumda yaşam beklentisi, bilgiye ulaşma durumu ve gayri safi milli hasılasını içeren bir ölçüt oluşturmaktadır. Zaman içinde yoksulluk, eşitsizlik, cinsiyet eşitsizliği ve cinsiyet gelişme indeksi gibi yeni göstergeler eklenmiştir. UNDP bu çalışma ile bir toplumdaki insanların gelişmişlik düzeylerinin göstergeleri arasında gelir dışında, yaşam beklentisi ve eğitimin de bulunduğunu belirtmektedir. Daha sonraları da bunların da insani gelişmişliği ölçmede yetersiz kaldığı görülmüş ki eşitsizlik, cinsiyet eşitsizliği ve yoksulluk indeksi gibi ölçütler de geliştirmiştir. UNDP her yıl bir yıl önceki göstergeleri bir raporla birlikte sunmaktadır. Bu yıl ki raporun başlığı “İnsani Gelişme Endeksleri ve Göstergeleri: 2018 İstatistiksel Güncelleme” olarak belirlenmiştir. UNDP’nin yöneticisi olan Achim Steiner’e göre son 30 yılda geliştirilen insani kalkınma yaklaşımı insanların ekonomik büyümeden ziyade özgürlüğünü ve fırsatlarını büyütme konusundaki vurgusuyla dünya çapında yeni politikalara ilham kaynağı olmuştur. Veriler gezegenin daha eşitsiz, daha güvenilmez ve daha istikrarsız hale geldiği günümüzde daha da önemli hale gelmektedir. Çünkü tabloyu görünür kılmaktadır. Steiner’in açıklamasında dikkat çekici noktalardan birisi de kadın erkek eşitsizliğidir. Bu eşitsizlik insani kalkınmanın önündeki önemli engellerden birisi olarak görülmekte ve giderilmesi için 200 yıllık bir süreye ihtiyaç duyulacağı belirtilmektedir. 2017 yılı raporunda 189 ülkenin İGİ değeri hesaplanmış ve ülkeler sıralanmıştır. Buna göre 59 ülke çok yüksek, 53 ülke yüksek, 39 ülke orta ve 38 ülke düşük İGİ’ye sahiptir. Türkiye yüksek İGİ sahip ülkeler arasındadır. Aşağıda en yüksek İGİ’ye sahip ülkeler ve bazı ülkelere ait veriler sunulmuştur.
Ülkelerin İGİ indeksi puanına göre sıralamasını gösteren bu tablo ilginç bilgiler sunmaktadır. Örneğin dünyanın en büyük gücü olan Amerika Birleşik Devletleri ilk ona, kişi başı gayri safi hasılaya göre en zengin ülkesi olan Katar ilk yirmiye girememektedir.
Türkiye ise sıralamada 64. sırada yer almaktadır. Kişi başı gelir seviyesine bakıldığında ülkemizin yeri aslında yaklaşık 20 sıra yukarıda olmalıdır. Bu benim kişisel görüşümdür. Ancak ölçüt gelir dışında göstergeler de içermektedir. Bunlardan birisi sağlığın göstergesi olan yaşam beklentisi diğeri de bilgiye ulaşmanın göstergesi olan okulda geçirilen süredir. Burada iki ölçüt kullanılmaktadır. Birisi yetişkin nüfusun eğitimde geçirdiği ortalama süre, diğeri de okul çağındaki çocukların okulda geçirecekleri beklenen süreleridir. İkisi de ortalama yıl olarak ölçüte dâhil edilmektedir. Tabloda da görüldüğü gibi Türkiye’nin beklenen okullaşma süresi 15,2 yıldır. Ancak yetişkin nüfusun okulda geçirdiği süre 8 yıldır. Ki bu süre birkaç yıl öncesine kadar 5-6 yıllardaydı. Muhtemelen 1990’lı yılların ikinci yarısında hayata geçen sekiz yıllık eğitimin yetişkin nüfusun eğitim süresine yansıması yeni yeni görülmeye başlamıştır. Ancak işin bir başka yönü daha vardır ki süre üzerinden yapılan yorumlar nicel bir değerlendirmedir. Eğitimin kalitesi henüz bu ölçüt içinde değerlendirilmiyor.
UNDP’ye göre, 1990 yılına göre eğitim süresi küresel olarak artmaktadır. 1990’da yetişkin nüfusun eğitimde geçirdiği süre 5-8 yıl iken bugün 8,4 yıla ulaşmıştır. Ancak ülkeler arasında ciddi eşitsizlikler bulunmaktadır. Örneğin İGİ indeksi en yüksek olan Norveç’te yaşayan bir insan 1990 yılında hayatının 11,5 yılını eğitimde geçirirken bugün 12,6 yıla ulaşmıştır. Sıranın en altında bulunan Nijer’de ise bu süreler sırasıyla 0,7 ve 2,0 yıldır. Türkiye’de yaşayan bir yetişkinin eğitimde geçirdiği süre ise 1990 yılında 4,5 yıl iken 2017 yılında 8 yıldır. Eğitimle ilgili en dikkat çekici bulgu cinsiyet ile birlikte bakıldığında daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yetişkinlerin eğitimde geçirdikleri süre küresel olarak bakıldığında kadınlarda 7,9 yıl iken erkeklerde 9 yıldır. Bu fark insani gelişmişlik düzeyine göre bakıldığında daha da dikkat çekici hale gelmektedir. En yüksek gelişmişlik düzeyinde olan ülkelerde fark yokken en az gelişmişlik düzeyinde olan ülkelerde cinsiyetler arası fark kadınların aleyhine 2 yıla çıkmaktadır. Türkiye’de ise kadınlar erkeklerden 1,7 yıl daha az okula gitmektedir.
1990 yılındaki artışa rağmen az gelişmiş ülkelerle en yüksek İGİ’ye sahip ülkeler arasında ilköğretimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı üç kat daha fazladır. Rapor öğretmen sayısının yanında öğretmenlerin eğitimlerinin de eğitimin kalitesi için belirleyici olduğunu belirtmektedir. Düşük ve orta gelir düzeyine sahip ülkelerde öğretmenlerin %76’sının eğitilmek için eğitildiğini söylüyor. Bunun dışında iletişim teknolojileri mevcudiyetinin varlığının eğitimin kalitesi üzerinde etkisi olduğunu ancak bunun ciddi yatırım gerektirdiğini belirtiyor.
İGİ insan yaşamının kalitesi için gelir dışında önemli göstergelerin var olduğunu göstermektedir. Muhtemelen ilerleyen yıllarda daha da fazla gösterge işin içine girecektir. Örneğin temiz enerji kullanımı bunlardan birisi olacaktır. Raporun sayfaları arasında bunu izleyebilirsiniz. Eğitim bu indekste özel bir yere sahiptir ve gelecekte de olacaktır. Belki de eğitimin kalitesine yönelik yeni göstergeler dâhil edilecektir. Dünyanın birçok yerinde eğitimli insanın değeri artık daha iyi bilinmektedir.
Eğitimin değeri tartışılmayacak derecede ortadayken yeni eğitim döneminin başında acaba ülkemizin düzeyini düşünüyor muyuz? Eğitim sistemimiz dünyayı tanıyabilien, bir ya da birkaç dili konuşan, okuyan ve yazabilen, uzmanlık alanında uluslararası düzeyde akranlarıyla rekabet edebilen, sorunları zamanında görebilen ve çözümler oluşturabilen, karmaşık durumları yönetebilen ve bilişim teknolojilerine hakim insan yetiştirebiliyor mu? Ben bir eğitim uzmanı değilim. Ancak 15 yıldır tıp eğitimi yapıyorum. Pratisyen ve uzman hekim yetiştiriyorum. Bu sayede orta öğretimin yarattığı öğrenci profilini yakından görme şansına sahip olabiliyorum. Ayrıca epidemiyolog olduğum için de yıllar içindeki değişimi gözleyebiliyorum.
Tıp fakülteleri üniversite yerleştirme sistemi içinde en yüksek puanı alabilen öğrencilerin tercih ettiği bir okuldur. Buradaki öğrenciler istisnaları olmakla birlikte sistemin en parlak gördüğü öğrencilerden oluşmaktadır. Ancak yukarıdaki becerilere sahip olduklarını söylemek benim gözlemlerimle mümkün değildir. Çok iyi eğitim almış ve kişisel çabaları iyi olan öğrenciler dışında büyük çoğunluk yabancı bir dili kullanamaktadır. Farklı eğitim programları ile yurt dışı deneyimi olan öğrenci sayısı artmakla birlikte büyük çoğunlukta böyle bir çaba yoktur. Sosyal medya kullanımı üst düzeyde olmakla birlikte bilgisayar programları konusunda genel bir yetersizlik mevcuttur. Örneğin Excel programı vasıtasıyla bir tablo ya da grafik hazırlayabilen öğrenci sayısı çok azdır. Ezberleme kapasitesi çok yüksek olmakla birlikte bir kitabın yorumu ve analizi istendiğinde, öğrencilerin çoğu ancak özet çıkarabilmektedir. Sorunları zamanında tespit ve özel durumlar için çözüm üretme kapasitesini ölçebilecek eğitim tekniklerimiz bulunmamaktadır. Bu beceriyi ancak gerçek hayatta görebilmekteyiz.
Bütün bu söylediklerim ancak uzman görüşü düzeyinde olup bir sisteme genelleyemeyiz. Ancak on beş yıllık mesleki tecrübenin biriktirdikleri de bir kenara atılamaz. Bu veriler ışığında eğitim sisteminin küresel anlamda yeterli olabilecek insan profilini yetiştirmede son derece yetersiz olduğunu düşünmekteyim. Bence eğitim sisteminin tüm aktörleri bilimsel yöntemleri kullanarak dünyayı tanıyabilecek ve sorunları çözebilecek insan yaratmanın yolunu aramalıdırlar. Ezberleterek ya da değerler eğitimleriyle bu insanları yaratamadığımız ortadadır.