seviugurlu@gmail.com
Dün arkadaşımın düğünü yaklaşıyordu, bugün seçim… Ben dünyanın dönüşüne şahit olmaya devam ettikçe, olaylar ile kesişmeye devam edeceğim. Ama hiç mecalim yok.
Sahiden olaylara olan heyecanımızı kaybettik.
Bugün güneşli bir gün, size karşımdaki vitray camın mavisinden sızan ışık ile yazıyorum. İnanın daha ümitli olamazdım. Yine de bir şeyler eksik, kayıp, yıkık.
Tüketim toplumunun yapıtaşı diye komşumuzu yargılardık, her hafta sonu çıktığı AVM gezisinde, -anlık da olsa- en azından heyecanı kıyısından yakalamıştı. Bugün o da yok. Kime omzum değse mutsuz, kiminle bir bardak kahve içsem dertli.
Ben ancak yaşadığım yılları bilirim elbet. Hep mi böyleydi, yoksa yeni bir hevessizlik hastalığı mı bu? Veba gibi, korona gibi…
Hatırlarsınız, sosyal medyada gündem olan bir sokak röportajı vardı. Mikrofon uzatılan kişi, ‘sosyal çürüme’den bahsediyordu bize, sonradan öğrendiğimize göre kendisi bir profesörmüş. Bahsettiği kavram, etik ve kültürel birçok yere çekilebilecekken, ben varoluşumuza çekmek istiyorum.
Gün batımına heyecanlanmadığım zaman, defin işlemlerimi başlatabilirsiniz.
Heyecanlanmadan hayat nasıl çekilir bir hal alacak, onca yoksulluk varken! Bireysel mutsuzluklar, önce içinde bulunduğumuz çekirdeği hemen akabinde dalga dalga yayılarak, topluma sirayet ediyor. Varoluşun altında büyük anlamlar aramayı, yalnızca güzel günler için yaşamayı bir rafa kaldırmalıyız.
Gündelik mutlulukların peşinden gitmeyi öğrenmeli, birbirimize öğretmeliyiz. Böyle çıkar karanlıklar, aydınlığa...