damlayeltekin@gmail.com
Tarih boyunca topraklarında yaşayan her toplumla şarap gibi yıllandıkça güzelleşen bir şehir. Byzantion’dan her renkten isme Konstantinopolis’ten İstanbul’a uzanan bin yıllık bir hikayenin tam ortasındayız. Bir bu kadar da tarih sahnelerinde adından sıklıkla söz ettirecek koca metropol. Dünyanın en güzel ikinci boğaz kenti. İlki ise hiç kuşkusuz Bin Pınarlı İda’nın uzandığı Çanakkale…
İstanbul koca bir kazan, ben çay kaşığı; anlamaya ve anlamlandırmaya çalışarak geçirdim günlerimi. Uğruna nice şiirlerin yazıldığı, turistlerin ‘hemi de’ cebi paralı turistlerin uğrak kenti. İki yakası bir araya gelsin diye köprülerle halat yapılan ama sokaklarında açlık ve sefaletin kol gezdiği koca kent. Suç İstanbul’un değil. Yoksulluğun kol gezdiği bu günlerde, metropol olmanın dayanılmaz acısını çeken İstanbul’un değil… Sahi İstanbul’un taşı toprağı altın diye mi insanların sokaklarda yattığını düşünüyorsunuz?
Çanakkale’de de görmeye yeni başladığımız, kanıksamak zorunda kalmamak için mücadele ettiğimiz insan manzaraları.
Ankara’da, İzmir’de.
Her yerde gördüğümüz
Kimi zaman görmezden geldiğimiz
Kimi zaman bahaneler bulduğumuz
İş beğenmiyor dediğimiz
O bilinen manzaraları…
Ah Veli… Bir Garip Orhan Veli’nin dediği gibi “Bilmezdim
şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce.”
Kelimelerin kifayetsizliği ise çocuklara yansımış… Kıyafetsiz çocuklara. Umutların hali ise nice. Oysa çocuklar ağlamış. Ama gözyaşlarına dokunamamışız, duyamamışız sessiz hıçkırıklarını...
“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.”
Orhan Veli’nin mısralarından güç alarak anlatmayı çalışalım kelamımızı. Bir kadın gördüm saatin 12 olmasına ramak kala.
Hangi prensesti?
Gece 12 olmadan eve gitmezse arabası bal kabağına dönüşecek olan kimdi?
Rapunzel miydi?
Yok yok Rapunzel’i Kız Kulesi’nde anlatacaktım.
Kimdi o?
Külkedisiydi.
İstanbul’daki Külkedilerinin hali tam da böyle işte. Metropol ve büyükşehirlerde yaşayan tüm işçiler, emekçilerin olduğu gibi. Arabaları çoktan bal kabağına dönüşmüş. Gecenin 12’sinde, evine ulaşmasına daha yarım saat olan İstanbullu Külkedisi’nin evine varmasına yarım saat daha vardı. Hani masallarla kandırılıyoruz ya, bizim masallarımızda ağlasak da sesimiz duyulmuyor mısralarımızda. Gözyaşları yağmura karışıyor.
Çocuklar görüyorum sokaklarda. Aç olan, sokakta olan çocuklar. Çanakkale’de görmeye alışık olmadığımız çocuk manzaraları. Acı ve yoksunluk. Asla çocuklar ile yoksunluk, yoksulluk, acı ve keder bir araya gelmemeli! Tek bir çocuğun dahi evsiz ve aç yattığı bir dünyada, rahat uyumayalım...