Esra Güller

esragullerx@gmail.com

Ayna ayna söyle bana…

Hepimizin duymaya alıştığı masaldan bir söz bu değil mi? Dinlemeye alıştığımız, hepimizin kulağına aşina olmuş bir cümle. Ama aynaya baktığımızda gördüğümüz yüzden en son ne zaman memnun olduk?

3110

Toplumda birçok şeyle mücadele ediyoruz. Hepimizin kendi mücadelesi o kadar fazla ki toplumun bize baskıladığı şeyler artık bizler için bir rutin sanki. Bunlardan en akılda kalıcı olanı ise güzellik algısı. Geçmişte birçok kez değişen bir algı için bu kadar mücadele etmek kulağa anlamsız gelse bile kendimiz için kabullendiğimiz bir gerçek.

Aynaya baktığımız zaman kendimizi sevmiyoruz, çünkü toplumun bahsettiği güzellik tanımına uymak zorunda hissediyoruz. İnce bel, güzel bir fizik, dolgun dudaklar ve ince bir yüz. Bu fiziksel özellikler sürekli olarak değişiyor. Çoğu kişinin nefret ettiği ama uymak zorunda olduğu bir tanım bu; güzellik algısı.

Güzellik algısı, tarih boyunca toplumlar arasında büyük farklılıklar göstermiş ve zamanla evrim geçirmiştir. Eski Mısır'dan, Rönesans dönemine, oradan da modern zamanlara kadar güzellik anlayışı sürekli değişmiştir. Ancak, son yüzyılda medya ve teknolojinin hızlı gelişimiyle birlikte, güzellik standartları daha geniş kitlelere yayıldı ve baskıları artarak devam eder hale geldi. Bu durum, insanların kendi doğal görünümleriyle barışık olmalarını zorlaştırmakta ve birçok kişiyi kendilerini yetersiz hissetmeye itiyor. Bunu görmüyor muyuz? Bununla mücadele etmiyor muyuz?

Güzellik algısının bu denli yaygınlaşmasının ardında yatan nedenlerden biri, sosyal medyanın yükselişidir. Instagram, Facebook, TikTok gibi platformlar, kullanıcıların kendi hayatlarını idealize edilmiş bir şekilde sergilemelerine olanak tanır. Bu platformlarda paylaşılan fotoğraflar ve videolar, genellikle filtreler ve düzenlemelerle mükemmelleştirilir, gerçeklikten uzak bir güzellik algısı yaratır. Bu durum, özellikle gençler üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta, onları sürekli bir kıyaslama içine sürüklemekte ve özgüven sorunlarına yol açmaktadır.

Güzellik algısının sadece fiziksel özelliklerle sınırlı olmadığını, aynı zamanda cinsiyet, ırk, yaş ve vücut tipi gibi faktörlerle de yakından ilişkili olduğunu unutmamak gerekir. Toplumsal cinsiyet normları, kadınların ve erkeklerin nasıl görünmeleri gerektiğine dair katı kurallar koymakta ve bu da bireylerin kendi doğal halleriyle uyum sağlama yeteneklerini kısıtlamaktadır. Ayrıca, ırksal ve etnik kökenler de güzellik algıları üzerinde büyük bir etkiye sahiptir; bazı kültürlerde belirli özellikler idealize edilirken, diğerleri göz ardı edilir veya küçümsenir.

Yaşlanma süreci de güzellik algısını etkileyen önemli bir faktördür. Gençlik ve genç görünme takıntısı, özellikle kadınlar üzerinde büyük bir baskı yaratmaktadır. Bu, yaşlanmanın doğal bir süreç olduğunu kabul etmek yerine, yaşlanma karşıtı ürünlerin ve estetik müdahalelerin popülerleşmesine yol açmıştır. Ancak, bu yaklaşım, yaşlanmanın getirdiği güzellik ve bilgeliği kutlamaktan çok, onu gizlemeye veya geri çevirmeye çalışır.

Bu durumun üstesinden gelmek için, bireysel ve toplumsal düzeyde değişimler gerekmektedir. Bireysel düzeyde, kendi güzellik standartlarımızı oluşturabilir ve kendi özgünlüğümüzü kutlayabiliriz. Kendi bedenimizi sevmeyi öğrenmek, medya ve sosyal medya tarafından sunulan idealize edilmiş güzellik standartlarını sorgulamak ve çeşitliliği ve farklılıkları kucaklamak önemlidir.

Biz de bunun için mücadele etmeliyiz. Aynaya baktığımızda en güzeli aramanın tek yolu, kendimizi sevdiğimiz gibi görünmekten geçmeli.