8 Mart'ı Kutlarken- Serpil Seyhan Gürbüz

SİZ BENİ TANIMAZSINIZ Görkemli salonlarda karşılaşmadık. Elimi uzatmadan kokumla başınızı döndürmedim. Koltuğunuza gömülüp, kahvenizi yudumlarken, o gün ki randevularınızda ben yoktum.

8192

   Ne göz alıcı giysilerim, ne şuh tavırlarım vardı. Falancanın hanımı, bilmem hangi partilinin yakını, ne bacınız, kızınız, tatlı arkadaşınız, fındıkkıranınız olmadım hiç.

 

Siz beni tanımazsınız.

Çoğu kez varoşların kadını oldum ben. Köyden kente bin bir hayalle gelip, hayallerimin tükendiğini gördüm. Elimden kayıp giden yaşamımın, sevdiklerimin acısını duydum yüreğimde.

Yıllarca ne oralı ne buralıydım. Umut diye ne verdilerse dört elle sarıldım; Umut dedim çarşafa girdim, umut dedim ekranlarda soyundum.

Ayaklarımın dibinde şampanyalar da patlatıldı, Kocamın içki parasına,  çocuklarıma defter kalem aldım diye sokaklara da atıldım.

Aldatıldım kuru sevdalar üzerine. Fikirlerinizin ince gülü iken, elinize batan diken oldum.

Doğurdum, tüketildim. Sokaklarda, cami önlerinde bırakılan her bebeğin tek sorumlusu vicdansız anne diye gazetelere manşet yapıldım.

Siz beni tanımazsınız.

Etimden, kanımdan can verip çocuklar büyüttüm. Kızımı benzer kaderinden kurtarmak için en çok ben uğraştım. Oğlumun yollarını bekledim pencere önlerinde,  okul kapılarında, tutuk evlerinde.

         Savaşlara, kıyımlara,  uğradılar. Yaslarını tuttum. Bağıra bağıra ağlayamadım. Adalete sığınıp ömürler tükettim.

 

  Siz beni tanımazsınız.

Televizyon programlarında, bir o yana bir bu yana çekiştirilen, üstüne bahisler oynanan, bir sarışın alana bir esmer bedava, ayaklarına giden, üç yüz atmış beş günden birkaç gün çalıp, analar günü, sevgililer günü, kadınlar günü diye armağanlara boğulan, bir yandan da kadın olduğunun farkına bile varamayan benim.

Cennet ayaklarınızın altında denilip, cennetten çıkma sopayla dövülen, üstüne kumalar gelen, ana gibi yar olmaz denip, ana olduğuna pişman edilen, Dünya`nın pek çok ülkesinde dahi ikinci sınıf vatandaşım ben. Kadınım. Vesikalı yârinizim. 1948 de ilan edilen Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’yle erkeklerle eşit haklara sahipliği kâğıt üzerinde kalan, Statü ve refah dağılımında da eşitlik isteyince, horlananım ben.

Şair ‘in ``masa da masaymış ha!`` dediği türden, üstüne ne koyarsanız koyun, kaldıranım ben.

Beni artık tanımış olmalısınız.

Ben milyonlarca kadından biriyim.

Ne olduğum kadar ne olmadığım da önemli; Dinci değilim, ırkçı değilim, emperyalist değilim.

İçinizden, sıradan biriyim. Mutlu azınlıkla, çaresiz çoğunluğun arasında bir yerdeyim. Söylediklerimle size siz kadar yakın, yapamadıklarımla sizden yıldızlar kadar uzaktayım.

Çok şey gördüm, ne kadarını öğrendim, ne kadarından ders çıkardım bilmem. Bildiğim, kadın olduğumdur. Bir bu yandan bir o yandan.

 

Başka ne bilirsin diyeceksiniz;

Kadınlarla erkeklerin yaşamları, sorunları ve çözümlerinin farklı olduğunu bilirim. Sömürenler ve sömürülenler diye iki kutba ayrılmış Dünya’nın emperyalizmin ve dinin kucağında uyutulup duran pek çok yerinde ,adım bile yok benim. İlk doğansam Vahide, ikinci doğansam Saniye, Üçüncü doğansam salise, dördüncü Rabia, beşinci hamse, altıncı Sitte diye gider. Demem odur ki doğuştan adı bile olmayan ben kendimi var etmek için, temsil etmek için savaşmayı bilirim. Siyaset bir temsiliyet kurumu ise, kadınlar onu erkeklerden daha iyi yaparlar. Kendi sorunlarını daha iyi dile getirebilir daha iyi çözümler üretebilirler. O halde kadınların siyasal temsilinin yine kadınlar tarafından yapılması şarttır. Kadınların siyasete katılmaması aslında bir demokrasi sorunudur. Siyasetin ve Kamusal alanın bize ihtiyacı var. Kadınların olduğu yerde uzlaşma vardır. Nezaket vardır. Sevgi vardır. Değişen dünyanın değişen kuralları karşınıza farklı açılımlarla geliyor. Bu gün karşınızda yalnız 1960 ların emekçi, işçi kadınları yok. Onlara katılan milyonlarca ev kadını, doktor, öğretmen, mühendis, hukukçu, sanatçı kadınlarımız var. Onlarda emekçiler işçiler, güvenceli, güvencesiz merdiven altı çalışanları, çocuk yaşta çalışmak zorunda kalanlar kadar işçiler, bizdenler.

O zaman yanımızda durun;

      Toprak gibi bereketli, sular gibi yumuşak, denizler gibi korkusuz, balıklar gibi sessiz, kayalar gibi sağlam kadınların yanına gelin. Kadınlardan birinin de ananız olduğunu hep hatırlayarak gurur duyarak gelin. Birlikte mücadele edip çocuklarımızın çocuk doğurmasına, kadınlarımızın, şiddete, tacize, uğramasına, emeğinin sömürülmesine karşı çıkalım. İşte, aşta, sosyal yaşamda hakta hukukta eşit bireyler olmak için eğitim seferberliğine kalkalım. Birlikte kalkınıp birlikteliğin getirdiklerini paylaşalım.

         Hala, önce benim diyorsanız. Beni hala tanımadıysanız. Kulaklarınızı dört açıp dinleyin.

 

 Duyun sesimi

Kadınım

Kollarıma yırtıcı kuşların açlığında düşüp

Hazla titreyen bedeninizi

Kadife bir kumaş gibi sarıp

Gecenin koynunda uyutan benim

Benim

Bastıran öfkenizi

 

Soğukken yıkan

Sıcakken yakan

Suyum ben

Kökleri dışarda kalmış bir çiçek

Gözyaşlarım bulutlardan ıslak

Sevgiyi çekip alın elimden

Kayar

Ayaklarımın altından toprak

 

Canlı olan ne varsa

Acısı acımdır

Sevdası sevdam

Nerede direniyorsa yürek

Ekmeğini, emeğini çalana

Orada başlar kavgam

 

‘’Eksik etek

Kaşık düşmanı’’

Siz öyle diyorsunuz ya

Daha bilmem pek çok şeyim

Bir de benden

Kendinizi dinleyin

Doğurdum

Elimden aldınız

Biraz konuştum, daraldınız

Kadınlığını bil dediniz

Kadınlığını bil’’

Bildim de

Yetmedi size

Doymak bilmeyen şehvetinizle

Önünüze her çıkana daldınız.

 

Yoruldum beyler

Sizin

Şu dünyayı dar eden

Hırsınızdan kavganızdan

Bitmeyen açlığınızdan

 

Bakmayın

Öyle sakin durduğuma

Sessiz ve mağrur

İçimde harlayıp ateşimi

Işıtmak için gökyüzünü

Mevsimini bekleyen

Volkanik dağlar gibiyim

 

Kibele’yim ben

Kırk memeli tanrıca

Doyurup donatan

Hala umut varım doğurduklarımdan

Öğrenecekler erkek ve dişi

Bir yürekten sevda türküleri söylemesini

Öğrenecekler

Paylaşmayı

Emeğin hakkını vermeyi

O gün

Kendi ellerimizle kuracağız cenneti

Bırakın

Tanrının cenneti tanrıya kalsın

Bırakın şeytan, Âdem’le Havva’ya aldansın.