ÖZEL HABER: Seçkin Sağlam
Türkiye’nin ‘en sakin, huzurlu’ şehirlerinden biri olarak bilinir Çanakkale… Dünyanın en çetin iki savaşının (Troia ve Çanakkale) topraklarında, ‘barışı ve özgürlüğü’ kendisine vizyon edinmiş bir kent. Ancak, bu büyü(!), belki de içten içe ‘aslında öyle olmayan bir gerçek’ 30 Mart Cuma günü İskele Meydanı’nda bozuldu. Tabiri yerinde ise, takke düştü kel göründü! Cuma günü telaşı içinde normal sayılabilecek bir kalabalık, öğlenden sonraki ilk saatlerde, birçok insan için mesaisinin bitmesini beklediği, bazı vatandaşların pazar alışverişinden döndüğü, yani her şeyin normal seyri ve sükuneti içinde ilerlediği o dakikalarda patlayan iki el silah sesi, kentin o tatlı karmaşasına ölüm sessizliğini indirdi! Yaşı daha 17 olan bir çocuk, aldığı kurşun darbeleri ile olduğu yere yığılırken, göğsüne saplanan bıçak belki de zaten cansız olan bedeninde son bir delik açmaktan başka bir işi yaramadı. Hem o mermiler hem o bıçağı saplayan güç, işi daha oracıkta bitirmeye ant içmişti sanki! Ve iş bitmişti! Dizleri üzerine çökerek polise teslim olanda ise bir işi bitirmenin, bir intikamı, öcü almanın, bir hesabı görmenin sakinliği vardı. O da çocuktu! Daha 14’ünde. Hani ikisi de aslında bu ve öncesi olaylar olmasa, orada sadece ellerinde defter ve kitapları ile okula yetişmenin ya da okuldan çıkmanın telaşı ile ancak birbirlerine omuzlarının çarpası kadar zarar verebilecek iki çocuktu. O iki çocuk bu kez İskele Meydanı’nda bir araya geldi ve sonra patlayan silah sesleri, saplanan bir bıçak ile biri toprağın altına, diğeri dört duvarın arasına gitti…
Dağılan sis perdesi ve açığa çıkardıkları…
Haberin girişinde “takke düştü, kel göründü” demiştik, iste İskele Meydanı’ndaki o sis perdesi dağıldığında, hayat normal akışına geri döndüğünde, kulaktan kulağa geçen, geçerken de bire iki hatta üç ve daha fazlası katılarak anlatılan onca şey, adli olarak değerlendirilecek bir olayın arkasındaki ‘gizli’, ‘ayıp’ gibi olgularla örtülen asıl gerçekleri ortaya çıkardı. Ta en başında ‘toplumsal baskı’ şeklinde tabir edilen olgu yenilseydi, örf, adet ve daha pek çok, “ayıp”, “aman sus” gibi cümlelere dökülen o yazılı olmayan ‘kurallar’(!) bu kez yaşamlara müdahale etmeseydi, hukuk ve adalet, tıbbi destek ve diğer çağdaş çözümler üretilebilseydi, bir suç, bir başka suç ile cezalandırılmak zorunda kalmayacaktı. Haklının ve haksızın birbirine karıştığı bir olay! Öncesinde yaşandığı ileri sürülen ‘tecavüz’ olayı ve ‘kamera görüntüleri vardı’ iddiaları, taciz devam ediyormuş gibi söylentilerin sonucu bir olay yaşandı Çanakkale’de. Dosyada gizlilik kararı olduğu söylendi, ayrıntılarına giremiyoruz. Ama olayın özeti, üç yıl önce yaşanan bu iki çocuk arasındaki cinsel istismar olayı ve sonrasındaki süreç!
Bir de bu açıdan bakın!
Olayın sıcaklığı geçer geçmez, o söylentiler de kulaktan kulağa güçlenerek aktırılırken, bu olayla ilgili yapılan tüm haberlerin eksik olduğu ortaya çıktı. Gazetemiz Çanakkale OLAY’ın yazar kadrosunda yer alan, Pedagog Hakan Şahintürk’ün açıklama ve değerlendirmeleri ise eksik kalan parçalardan biri oldu. Şahintürk, olayı sosyolojik ve eğitim açısından değerlendirdi. “Yaşanan bu üzücü olay üzerinden değerlendirmeler yapmadan önce şunu belirtmek istiyorum; öncelikle bu bir adli vakadır ve her zaman yaşanacak bir durum değildir” diyen Şahintürk, “Olayı iki boyutta ele almak gerekir; Sosyolojik ve eğitimsel. İşin sosyolojik boyutuyla düşündüğümüzde Türkiye’de basına yansıyan istismar vakaları buzdağının görünen yüzüdür. Duymadığımız, haberimizin olmadığı binlerce ihmal ve istismar vakası yaşanmaktadır. Acı olan şudur ki, bilmediğimiz bu ihmal ve istismar vakaları ailelerin toplum baskısından korkmaları nedeniyle adli ve diğer yetkili mercilere bildirilmemektedir. Bu nedenle ihmale ve istismara uğrayan birey yaşadığını travmanın cezasının bu örnekte olduğu gibi kendisi verebilmektedir” ifadelerine yer verdi.
“Çocuklar ‘ayıp’ zihniyetinden kurtulmalı”
Şahintürk, “Sosyolojik değerlendirmeler yaparken düşünülmesi gereken başka önemli bir konu da evlilik kurumunun sürdürülebilir olup olmamasıdır. Binlerce psikoloğa, psikolojik danışmana, sosyal hizmet uzmanına, devlet destekli aile danışma merkezi açabilmeleri için Aile Danışmanlığı Sertifikası verildi. Sonuç? Her şey havada kaldı. Sözü evlenecek olan eşlerin biyolojik yeterliliğinin yanında, psikolojik olgunluğuna da sahip olması gerekliliğine getireceğim. Herkes çocuk sahibi olamamalı bence. Ekonomik, sosyal ve psikolojik koşulların uygunluğu evlenebilmek hatta çocuk sahibi olabilmek için ölçütlendirilmeli. Eşler arasındaki uyumun arttırılabilmesi için devlet destekli bilinç ve farkındalık arttırıcı daha ciddi önlemler alınmalı. Cinselliğin bir tabu olmadığına dair erken yaşlardan itibaren bilinç oluşturma çalışmaları yapılmalı. Çocuklara her yaş döneminde yaşlarına uygun eğitimler vererek ‘ayıp’ zihniyetinden kurtulunmalı” dedi.
Ve olayın eğitim boyutu!
“Bir eğitimci olarak işin ucunu yine eğitime dayandırmak istiyorum” diyen Şahintürk, değerlendirmelerini şu ifadelerle noktaladı; “Çok acıdır ki okul öncesi eğitimde okullaşma oranı ülkemizde hala yüzde yüz değildir. Doğduğundan itibaren dezavantajlı yaşamak zorunda olan binlerce çocuğumuz bulunmaktadır. Anne sütüyle beslenemeyen, bir köşeye atılıp bırakılan, eğitim hakkından yoksun bırakılan bu durumdaki çocuklar gelecekte nasıl bir karakter sahibi olurlar sizce? Türk Eğitim Sistemindeki bilimsellikten ve çağdaşlıktan uzak yaklaşımlarla uygulanan eğitim programlarının eğitimin akil insanları tarafından bir an evvel revizyonun yapılması ve hayata geçirilmesinin zamanı geldi geçti bile. Köy enstitülerinin büyüsünü tekrar yakalayacak bir eğitim modelinin oluşturulması eğitimsel kalkınma için olmazsa olmazdır. Ceylan derisi koltuklarda kendi geleceklerini garantiye almak için gereken kararları kolaylıkla onayan milletvekilleri bu çocuklar için niye radikal kararlar alamıyorlar? TV programlarının da tetiklediği şiddetin ayrı bir sarmal haline geldiği ülkemizde insanların cinnet geçirmelerine şaşırmıyorum. Başımızdaki yöneticilerin ‘sen benim ki olduğumu biliyor musun?’ mantığı bitmedikçe fiziksel ve duygusal şiddet azalmayacaktır. “Hak, hukukun kişiye verdiği yetkidir” mantığından yola çıkarak kimsenin eğitilme hakkı elinden alınmamalıdır. Eğitilmeme özgürlüğü düşülmemelidir…”