havadurum

30 yıllık savaş muhabiri deneyimlerini anlattı

1985 yıllarında başlayan gazetecilik serüveninin ardından Çanakkale’ye yerleşen Hakan Kumuk, mesleki hayatı içerisinde yaşamış olduğu deneyimleri, unutamadığı anları, öte yandan da bu mesleği yapmak isteyen gençlere tavsiyelerde bulundu. Şimdilerde Ayvacık’ta Çinçin isimli kedisi ile yaşayan Kumuk, bu mesleğin en can alıcı yanlarını anlatarak; “Bu işi yapmaya karar verdiğin zaman, orada yaşayanların çektiği zorlukları birebir yaşıyorsun. Gazetecisin diye orada güzellikler sunmuyorlar” dedi.

1782

Türkiye’nin az sayıda savaş muhabirlerinden biri olan Hakan Kumuk ile yollarımız Çanakkale’de kesişince gazetemizde yer vermek ise şart oluyor. Aslında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde Gazetecilik bölümünde okurken Kumuk’un okulumuza gelip savaş muhabirliği ile alakalı bir söyleşi gerçekleştirmesinin ardından açıkçası bu alana ve mesleğe olan merakım daha da derinleşti, sonuç olarak kitaplardan ya da internetten okumak yerine bu mesleği yapmış olan birini dinlemek daha etkili oluyor. Öyle olacak ki Kumuk da Çanakkale’nin havasını bir kez soluğunca bu kente aşık olanlardan, bir gün arkadaşının tavsiyesi üzerine geldiği bu şehirde, bir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı sabahında sahilde otururken 70 yaşlarında bir çiftin kendisine gülümseyerek yaklaşmasının ardından Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun demesi üzerine, Kumuk ‘şifre bu sanırım’ dedi ve ardından bu kentte hayatını sürdürmeye başladı. Kumuk, 1985 senesinde başlayan gazetecilik serüveninde birçok başarı elde etmiş, birçok deneyim edinmiş, öte yandan asıl mesleği olan fotoğrafçılığı ise hiç bırakmadığını, yapmış olduğu birçok fotoğraf sergisi ile anlamış oluyoruz. Tabii kendisi her ne kadar üstünde durmasa da 'Kırmızı' konulu fotoğrafı National Geographic Dergisi özel sayısında en iyi ilk 50 fotoğraf arasında yer aldığını söylemeden edemeyeceğim. Çanakkale OLAY Gazetesi’ne yaptığı özel açıklamalar ile oldukça keyifli bir röportaj gerçekleştirdiğim Savaş Muhabiri aynı zamanda fotoğrafçı Hakan Kumuk; “Bu mesleği yapmayı düşünen gençler için diyeceğim şu; bir cebinin boş olmasını göze alacaksın, ikincisi ise yalnız olmayı göze alacaksın, bütün tavsiyem budur. Duygu denilen şey çok güzel, özledim diyemezsin, gözüne bir perde inecek işin bitince o perdeyi kaldırıp hayatına devam edeceksin, eğer o perdeyi kaldıramazsan çok zor” şeklinde konuştu.

“O dönemlerde gazeteciliğin şanı vardı”

Türkiye’de gazeteciliğin en hareketli dönemlerinde savaş muhabirliği ile sektöre sağlam adımlarla giriş yapan Hakan Kumuk, mesleğe Sabah Gazetesi ile başladığını dile getirerek; “Benim gazeteciliğe başladığım dönemlerde, gazetecilik okumuş kişiler ya pazarlamacı oluyordu ya da başka bir sektöre yöneliyordu, kimse mesleği yapmak istemiyordu. O dönemlerde gazeteciliğin adı, şanı vardı ama şimdi bana göre bitmiş bir meslek. Ben 22 Nisan 1985’te Sabah gazetesinin ilk sayısının çıkması ile ben de mesleğe başladım, okullu değilim ama fotoğraf ile ilgilendiğim için benim gazeteciliğe başlamama sebep oldu, gazetecilikte fotoğraf çok önemli, fotoğraf haberin bel kemiği. 86’da Günaydın Gazetesi’ne transfer oldum ve devamı geldi” ifadelerini kullandı.

“Körfez Savaşı ile kariyerim değişime uğradı”

Savaş muhabirliği sürecine gelmeden önce 11 senelik bir süreç içerisinde gazetecilik birçok dalında çalıştığını ifade eden Kumuk; “Savaş muhabirliğine gelene kadar aslında uzun bir süre var. 1996’daki Körfez Savaşı ile kariyer değişimi oldu, öncesinde günlük rutin işlere bakıyordum, nereye gönderirlerse oraya gidiyorduk. İki sene polis istihbarat muhabirliği yaptım, zaten o dönemlerde mesleğe başlayan kişilerin ilk durağı hastane muhabirliği, adliye muhabirliği tarzında bölgesel muhabirliğe yönlendirirlerdi, herkes oturduğu bölgenin adliyesine bakardı, böylelikle haberin hızlı akışı sağlanırdı. Ben de Kadıköy’de oturduğum için Haydarpaşa Numune Hastanesi Acil Servisi’nde haber takip ediyordum, iki sene boyunca staj tarzı bir şeyler yaptım, haberciliğin en ağır sürecini geçirdim. Orada fotoğraf çekmeye çalışmak, kargaşanın içerisinde haber toplama çabası bana göre bizim meslekteki gelişimimizde katkı sağladı, orası da bir okuldu, çünkü bu meslek okulda öğrenilmiyor, okulda teorik anlamda gelişirsin, kısacası piştik orada” sözlerini kullandı.

“Yaptığı işi anlatabilmek için bir gazeteciye ihtiyacı var”

“O dönemlerde gazetelerin prestij meselesiydi o bölgede bulunmak” diyen Kumuk, objektiflik açısında iki taraftan da gözlemlerde bulunduğunu vurgulayan Kumuk; “O zamanlar Günaydın Gazetesi’nde çalışıyorum, bir gün haber toplantısı vardı, Irak patlamış ve kan gövdeyi götürüyor, birini Irak’a göndermeleri gerekiyor, ben giderim dedim ama o tarihe kadar direkt bir savaş ortasına gitmedim ve o düşünce hoşuma gidiyor, e o zaman git dediler, ben de gittim. Orada bambaşka bir dünya ile karşılaştım ama olayın çok keyifli olduğunu anladım, keyif şu; haberin ortasındasın, bambaşka bir dünyanın ortasındasın, bambaşka bir coğrafyanın içerisindesin, önünde, yanında ya da arkanda bir şeyler oluyor, sanki bir film setinde gibisin ama savaşlar bir film seti değil, ruhumla çok bağdaşan bir iş, durağan işleri sevmiyorum. Savaş bölgesinde güvenliğini sağlamak açısından bakacak olursak duruma; ben hayatım boyunca yolda yürürken bile bana ne olacak diye düşünmem, saçma bir laf var ‘sonunu düşünen kahraman olamaz’, kadercilik diyebiliriz bu duruma. Ölümden kaçmak diye bir şey yok, kaçtığını sanıyorsun ama karşında belki de. Tehlikeli bir ortamda fotoğraf çekmezsen, kaçarsan ya da vazgeçersen bu işe başlamaman gerekir, cehaletin verdiği bir cesaretim yok ama benim arzum fotoğrafın iyisine ulaşmak, fotoğrafın iyisi haberin iyisini getiriyor. Seni bölgeye gönderiyorlar ama sen 5 kilometre uzaktan izlersen bir fayda gelmez, olayın içerisinde bulunman gerekiyor. En yakınına gitme şansını değerlendirmen gerekiyor, her haber için gerekli bu, sadece savaş için değil, olayın içerisinde ne kadar girebiliyorsan ya da yaklaşabiliyorsan doğru haberi yakalarsın. Ben de olayın içinde bulunmayı seviyorum, yanımda bir olay olsun da fotoğrafını çekeyim. O dönemde belli başlı önlemler alıyorduk elbette can güvenliğimiz için, gazeteci olduğunu arkana ya da önüne yazıyorsun, tabii o dönemde gazetecilere dokunulmazdı çünkü iki taraf da gazetecinin değerinin farkında, yaptığı işi anlatabilmek için bir gazeteciye ihtiyacı var” diye konuştu.

“Bu işleri de yapacak birileri lazımdı, onlardan biri de bendim”

Savaşların içinde bulunmanın kişisel gelişimini nasıl etkilediğini anlatan Kumuk; “Oralarda bulunmak acayip bir şekilde beynimi açtı, gerçekliği, dünyada neler olduğunu gördüm, hayatın toz pembe olmadığını, acıyı, ölümü, çocukları görüyorsun perişan halde. Maalesef savaş olmadan barış olmuyor, dünyanın varlığından itibaren böyle. Çünkü insanlık bambaşka bir beyin, hep bir şeyleri elde etmenin mücadelesi var, zaten yaşamak başlı başına bir mücadele. Bu işleri de yapacak birileri lazımdı, onlardan biri de bendim” ifadelerini kullandı.

“Geçmiş zamanlarda alınan esirler bile saygı görürmüş”

Savaşın da bir ahlak çerçevesi içerisinde olması gerektiğini dile getiren Kumuk; “Filistin gibi yoğun bir savaşa gitmedim, sınır savaşları hep vardı fakat sivil halk da zarar görmeye başladığı zaman savaş ahlakını kaybediyor, savaşın da bir ahlakı vardır, sonuç olarak halk güçsüz ve namlular halka yöneldiğinde, savaşın ahlakı kayboluyor. Hastanenin patlatılması, camii yakılması, halkın toplu bulunduğu alanların havaya uçurulması ama maalesef savaş ahlaksızlığı diye bir şey çıktı ortaya, kimse de engel olmuyor, savaştan ticari bir kazanç sağlama derdindeler, silahımı alsın ardından tekrar alsın, bizim zamanlarımızda Saraybosna’da gördüm böyle bir durum, halka yönelik olarak. Halkın hiçbir suçu yok, düşman ya da değil önemli değil, ailesi ile yemek yiyen birinin başına bomba düşmesi nasıl bir mantığa sığdırılabilir? Sözde dünyaya güçlü olduğunu göstermeye çalışıyorsun ama bu düpedüz ahlaksızlık. Geçmiş zamanlarda alınan esirler bile saygı görürmüş, Atatürk, yılanlı komutanın karşısına geldiği zaman ‘keyfinize bakın, savaş esirimizsiniz ama size bir şey yapmayacağız’ bu da bir şereftir, ahlaktır” şeklinde konuştu.

“Çocuğun o muzu dişiyle sıyırıp yemesi hep gözümün önündedir”

Savaş muhabirliği süreci içerisinde unutamadığı bir andan bahseden Kumuk; “Sivil halkın acılarını öyle çok gördüm ki. Saraybosna’da kan gövdeyi götürdüğü bir zaman, dükkanları geziyoruz bir şeyler bulabilmek için, insanlar aç ve hiçbir yiyecek bulamıyorlar, bir anne ve çocuğu geldi, kadın ağlıyor çocuğuna bir şeyler yedirebilmek için çocuğun da aç olduğu belli, benim de çantamın altında bir muz vardı, o aklıma geldi çocuğa vermek için çıkardım, muz öyle bir haldeki muzluktan çıkmış halde, çocuğa muzu verdim ve çocuğun o muzu dişiyle sıyırıp yemesi hep gözümün önündedir. Açlık çok başka bir şey, o çocuğun o muzu yemesini gördükten sonra insanlığımdan utandım, şimdi de örneklerini maalesef görüyoruz. Kendimizi o insanların yerine koymadıkça suç işliyoruz. Halen bu olayların hepsinin içerisinde olmak, fotoğraf çekmek isterim, kalbimin nasırlaşmasıyla alakası yok, o insanlarla bazı şeyleri elimden geldiğince paylaşmak, onların nasıl bir durum içerisinde olduğunu görmeyenlere ya da bilmeyenlere göstermek isterim” ifadelerini kullandı.

“Artistliğin lüzumu yok, ya bu işi yapacaksın ya da yapmayacaksın”

Savaş muhabirlerine sorular ‘insan mısın gazeteci misin’ sorularının anlamsız olduğunu ifade eden Kumuk; “Hiçbirimiz insanlığımızı kaybetmiş değiliz, oraya gidenler de insan ama Akbaba fotoğrafı diye meşhur bir fotoğraf var, fotoğrafçı ödülü aldı ardından insanların baskına dayanamayan fotoğrafçı intihar etti, akbaba arkada bebek ise önde emekler halde, adam fotoğrafı çekiyor ardından çocuğu kurtarıp sağlıkçılara teslim ediyor kuşu da kovalıyor, adam fotoğrafı çekip arkasına bakmadan gitmiyor ki ama o an o fotoğrafı çekmese belki de o bölgede yaşananlardan insanların haberi olmayacak. Bu olayın amacı bu; görülmeyi göstermek ya da bilinmeyenin bilinmesini sağlamak, bunun tartışılması bile bana saçma geliyor; insan mısın gazeteci misin? Elbette insanım ama bir yandan da gazeteciyim, bütün insanlığı harekete geçirecek bir kadraj görüyorsam basarım deklanşöre, sonrasında yardımcı olmaya çalışırım, kaç tane kadına ya da çocuğa yardımcı oldum ama fotoğrafımı da çektim. Sonuç olarak ben doktor, itfaiyeci değilim gazeteciyim; işim oradaki faciayı fotoğraflayıp dünyadaki bütün insanlara göstermeye çalışmak, saniyelik bir işten bahsediyoruz, tık bastın. Artistliğin lüzumu yok, ya bu işi yapacaksın ya da yapmayacaksın. Bu işe başladıysan ve oraya gittiysen, kanı da, vahşeti, acıyı da görüntüleyeceksin. Dünyanın bilmesi gereken ne varsa elinden geldiğince çekeceksin, ben böyle düşünüyorum” şeklinde konuştu.

“Kararı vatandaşlara bırakıyorsun”

Objektif olma konusuna gelindiğinde ise savaşlarda her iki tarafta da bulunduğunu dile getiren Kumuk; “Saraybosna’ya gitmeden önce Sırpların tarafına gittim, bir de karşı taraftan izleyeyim dedim, iki taraftan da çalışma yaptım, elbette de iki taraftan da görmem gerekiyor, evet Müslümanız, Müslümanlar da büyük eziyetler çekti, elbette iki tarafı da göreceğim ama bu savaşın bir nedeni var ya Saraybosna tarafı haksız tarafsa, en azından görüntülerin var, kararı vatandaşlara bırakıyorsun” diye konuştu.

“Cebinin boş kalmasını ve yalnız kalmayı göze alacaksın”

Bu mesleği yapmayı düşünen gençlere tavsiyelerde bulunan Kumuk; “Bu mesleği yapmayı düşünen gençler için diyeceğim şu; bir cebinin boş olmasını göze alacaksın, ikincisi ise yalnız olmayı göze alacaksın, bütün tavsiyem budur. Duygu denilen şey çok güzel, özledim diyemezsin, gözüne bir perde inecek işin bitince o perdeyi kaldırıp hayatına devam edeceksin, eğer o perdeyi kaldıramazsan çok zor. Gördüklerinin karşısında duygulanabilirsin ya da ağlayabilirsin, bunlar insanı şeyler ama su akmıyor, burada mı yatacağım, ortam çok pis diye düşünürsen o iş senin için kabus olur. Bu işi yapmaya karar verdiğin zaman, o savaş bölgesine gittiğin zaman orada yaşayanların çektiği zorlukları birebir yaşıyorsun. Gazetecisin diye orada güzellikler sunmuyorlar gözüne, bunlara razıysan yap bu işi. Hareketli fotoğraf denilen şey başlı başına bir şans işidir ve bir de kurgudur. O olayın önüne düşmesi lazım, makinen ile hazır olman lazım, objektifin kapağı kapalı gezemezsin, fotoğraf öyle bir anda karşına çıkar ki iki nefesinin arasında çekmen gerekir. Hayattan bir kareyi koparıp almaktır. Fotoğraf insanı seyahat ettirir” dedi. (Dilan Kaynak)

Paylaş