Marmara Depremi yıkımı, can kayıpları ve yaralıların yanında aynı zamanda yurttaşlar üzerindeki psikolojik etkisiyle hala devam ediyor. Kolay kapanmayacak bir yara açtı, özellikle İstanbul, Yalova ve çevresi için. Ancak diğer taraftan asıl konuşulan ve daha çok konuşulması gereken, Marmara Depremi, kentleşme, yapılaşma ve şehirlerin imarında ne kadar ders alındığı konusudur. Geçtiğimiz yıl yaşanan 6 Şubat depremi, ülkede bu konunun ne kadar anlaşıldığını, daha doğrusu anlaşılmadığını gösterdi. Sağlıklı kentler, yaşanabilir kentler, elbette ki doğal koşullara uygun imar edilirse, özgün ve kültürel değerler korunabilirse mümkün olabilir. Her kentin, her yerleşim yerinin, doğal ve özgür koşulları ile bir kent kimliği yaratılabilir, yaratılmalıdır. Piyasacı, kar odaklı ve ranta dönük her işlem, sonu hüsran hatta yıkımla bitiyor. Sadece depremi ya da diğer doğal afet durumlarını değil, yapılaşmadaki bu, özellikle 2000 sonrası tabiri yerindeyse “ambalaj” odaklı, estetikten uzak imar anlayışı, kentlerin kimliğini yok ediyor… Bir sonraki bölümde ele alacağımız “Kent estetiği” konusuna girmeden, Mimar İsmail Erten’in 2000 sonrası ve 2004-2010 dönemi değerlendirmesini okuyalım…
Mimar İsmail Erten, Marmara Depremi sonrası, yaşanan değişimi, gelişimi değerlendirerek, 99 sonrasının kente yansımasını özetledi. Erten, “Deprem sonrası, kentteki hiçbir imar planında az katlı ve küçük-bahçeli bina içeren plan tadilatları yapılmaz. 2000’li yıllardan itibaren, depreme karşı bir “mühendislik efelenmesi” ana akım haline dönüşür. Bu efelenme akımının 2 boyutu vardır, birincisi zemin çürükse sağlamlaştırılır, ikincisi depreme dayanıklı bina yapmanın teknik özellikleri ve kuralları arttırılır. Sonuç Çanakkale’de bütün kent sathının zemin durumu ortaya çıkar, yani bilinen çürük zeminin, rakamsal verili ve teknik boyutu ortaya konulur. Ortaya konulan tablo kent zemin çürüklüğünün, daha da vahim olduğunun görülmesine yol açar. Öbür yandan, tüm yasa ve yönetmelikler elden geçirilir, daha çok demir, daha çok betonlu hesaplama yöntemleri geliştirilir, özel denetim büroları ve müteahhitler eliyle inşaat yapmak, denetlemek kuralları çıkartılır. İktidar ve çevresi bu işlerle uğraşırken, bir kısım sivil yurttaş ve uzman, boylarından büyük işlere girişir ve bir depremsellik raporunu Yerel Gündem 21 ortamında hazırlar, kitaplaştırır ve kentliye sunar. Bu tespitler kısaca, yapılanın tersine ifadelerle, zemin çürüklüğünün bu bölgenin desantralize-merkez dışına taşınmasıyla deprem afetinin azaltılacağını savunur. Öbür yandan gelişmiş batıda %92 konutun bahçeli ve 2 katlı olmasını örnek göstererek, bina kütle ve kat sayılarının azaltılmasını önerir. Üstelik tüm bunları etraflı rakamsal veriler, bilimsel tespitler ve çizimlerle ortaya koyar” dedi.
Marmara Depremi sonrası hayatımıza giren, çoğu zaman da yine rant aracına dönüşen kentsel dönüşüm, kentsel yenileme, yerinde dönüşüm gibi uygulamalardan Çanakkale de payını alır. Öyle ki Barbaros Mahallesi, kentsel dönüşüm ya da yerinde dönüşüm ile farklı bir çehreye bürünürken, Karacaören, Tekzen gibi yeni imar alanları ile kent genişlemesini sürdürür. Erten, bu süreci ise, “Kent yönetimi ve rantiye çevresi işbirliği ile son rapor ve değinmeler yok farz edilir, görmezden gelinir. Kentsel dönüşüm ve kentsel yenileme adıyla, parsel ve mevzii olan plan tadilatları birden mahalle ölçeğine sıçrar. Barbaros mahallesi 2-3 kattan 4-6 kata yükseltilir, Esenler-Karacaören ovası ile Tekzen-Sarıcay yatağı doğu bölgelerinde mevcut imar planlarında gerek emsal gerek kat artışı ile 5-6 kattan 12-13 kata çıkan yapıları kapsayan, imar plan tadilatları ortaya çıkar. Binaların zeminle bağlantıları için uzmanlar, uzmanlıklar, raporlar, hesaplar bir türlü tutmamaktadır. Keza bu çok katlı ve büyük kütleli yapılar, dolgu ve sıvılaşan kent zemininde adeta yoğurdun üzerinde çatal misali dibe batmaktadırlar. Hesapların kurtarmamasına rağmen oluşan uzman akademisyen katkılı kurallar, zemine yapılan iyileştirme maliyetinin bina taşıyıcı iskeletinden daha da pahalıya mal olabilen masraflı zemin iyileştirmelere dönmüştür” dedi.
“Bunun bir başka adı akıl tutulmasıdır” diyen Mimar Erten, “Çürük zeminde maliyetli çok katlı büyük bina yapmak yerine, az katlı küçük kütleli bahçeli evlerle haline getirmeyi düşünmemektedir. Çünkü kentler, bilim, uzmanlık, akıl ve birikim eliyle planlamak ve yapılaşmak yöntemini hiçbir zaman benimsememiştir. Kent, imar, yapı rantı ve arsa topraklarındaki spekülasyona bağlı ekonomik çıkarlar, her şeyin önüne geçmiş, belediye yönetimlerini ve idarecileri bu akıl tutulmasına angaje etmiştir. 1950’lerden beri yaşanan, kentteki etkileri 1970’lerden sonra görülen bu kentsel yapılaşma ve planlama süreçleri, tüm uyarılara ve rağmen artarak devam etmiştir. Ülkenin her yeri kenti/kıyısı, ormanı/tarım arazisi yapılaşma eliyle imar yağmasının araçlarına, yönetimler ise bunun kılıflarını uyduran mekanizmalara, teknik meslekler/uzmanlar ve akademisyenler bu işin formülünü bulan rant ve spekülasyon danışmanlarına dönüşür” dedi.
“2000’li yılların bir başka yönü, kentlerin tarihi alan ve binalarını tanıması, öne çıkarması ve toplumsal bilinç ile kimlikli kentler ve yurttaşlar oluşması süreçleridir” diyen Erten, “Bu durumun bir başka motivasyonu, turizm eliyle kimlikli kentlerin dünya pazarına girme atılımlarıdır. 2000 yılında ÇEKÜL tarafından başlatılan Türkiye Tarihi Kentler Birliği kuruluş sürecine Çanakkale Belediyesi de kentteki sivil oluşumlarla birlikte katılmış ve tüm kuruluş sürecinde aktif rol oymamıştır. Kentteki sokak adlarında yaşayanlar çalışması, ÇEYAP-Koruma planı çalışmaları gibi yerel koruma ve geliştirme deneyimlerini, çeşitli kentlerde, ülkenin çeşitli kentlerinden katılanlara yönelik sunularla paylaşmıştır. Bu kent ve bölge gezilerinde tanık olunan önemli işlerden birisi “sokak yenileme, cephe iyileştirme” çalışmaları olmuştur. Görülen örneklerden hareketle, kentin sit alanındaki ana aksı oluşturan Çarşı caddesinde “sokak yenileme- cephe iyileştirme” çalışmaları başlatılmıştır. Çok ortaklı ve katılımlı süreçlerle başlatılan bu çalışmalar sonuç vermiş, tarihi yapıların tabela ve çirkinlik yaratan cephe unsurları kaldırılarak, geleneksel malzeme ve form özelliklerine göre yenilemeler yapılmıştır. Ortaya çıkan sonuç, mal sahipleri ve kiracıların satış ve tanınırlık gibi yararları ortaya çıkartmış, kentlilerin kimlikli cadde oluşumuna yönelik olumlu öneriler yaptığı görülmüştür. Ayrıca bu uygulamanın ilk etabına ilişkin Büyük koruma ödülü, Tarihi kentler birliği tarafından Çanakkale belediyesine verilmiştir. Bu tür motivasyonlar, başlatılan bu çalışmanın hızla yaygınlaşarak diğer alanlara doğru genişlemesine yol açmıştır. Bu çerçevede, Koruma Planında da önerilen, tarihi kent alan ve sokaklarının trafikten arındırılması yönündeki evrensel ilkenin uygulanmasına geçilmiş, bazı sokaklar ve meydanlar özel araç geçişi, trafik ve otopark alanı olma yasaklamalarına maruz bırakılmıştır. Yayalar kenti kimliğiyle birlikte ve aidiyet duyarak yaşama tadına sahip çıkmış ve bir süre daha bu tür uygulamalar devam ettirilmiştir. En önemli kirletici unsurlar olan işyeri tanıtım tabela ve reklam panoları, sit alanında sade ve küçük olası yönünde kurallara oturtulmuştur. Kentin görülen tarihi yüzü çalışmaları ilerleyen tarihlerde, aksaklıklarla karşılaşmış, yayalaştırma, cephe yenileme ve tabela yönetmelik ve kuralları, popülist siyaset tarafından gevşetilerek başıboş bırakılmıştır” ifadelerini kullandı.
Erten, bina dış cephelerindeki abartılı süslemeleri, renkli dizaynları “Strafor mimarlığı” tabiriyle değerlendiriyor. Erten, “2000’li yıllarda birçok yönden sıkışan konut ve apartman sektörü, kendini var etmenin ve öne çıkmanın arayışına girer. Daha yüksek ve daha çok para kazanmanın bina gösterişlerinden geçtiğini fark eden müteahhit / emlakçı çevreleri, tasarım ve uygulama içindeki başta mimar ve mühendisleri akabinde şantiye teknik eleman, usta ve kalfaları zorlayarak, sosyal medyada buldukları fotoğraflardaki fiyakalı bina cephelerinin yapılmasını isterler. Bu dönem arayışları başta büyük şehirlerde başlar, ama çok geçmeden orta ve küçük kentlere, yazlıklara ve de köylere kadar yaygınlaşır. Bu yeni anlayışın birinci boyutu, neo klasik dönemin izlerini taşıyan yatay ve düşey süsleme, kolon kabartması, kat arası silme, pencere-kapı çevresi nişler, parapet altı madalyon ve aynalıklar, çatı parapet ve silmeleri, vb. gibi figürlerin bina cephesine, ana malzemesi “strafor” olan malzemeyle, 3-5 cm kabartma olarak yapıştırılmasıdır. İkinci boyutu ise, bina cephelerinin bütün renkleri deneyerek alacalı gösterişli halde boyanmasıdır. Bina cephe boyası vazgeçilmez bir talep ve zorunluluk haline dönüşür. Bu yeni anlayışla, kentlerin cephesindeki figüratif dekorlar ile cafcaflı boyalar kentlerin görünen yüzleri olan sokak, cadde ve meydanları şenlendirir. Kimimiz yadırgasa da, kentlere yenilik getiren bu satış amaçlı dekoratif cephe uygulamaları, hızla yayılır. Yeni yapıların yanı sıra, mevcut yapılarında cephe tadilatıyla eski boyasız ve düz halinden, yeni “art dekor” ve renkli “boya-badana” akımıyla dönüştürüldüğü görülür. Çanakkale saran bu akım başta, çok absürt, kötü taklit (Kitsch, Kiç diye okunur), kişiye özel yazı ve logoyla görmediklik halleri, anlamsız fazlalıklar vb. örnekleri barındıran bu akım, başta mimarların müdahale ve etkileriyle iyileşme yoluna girer. Yapı cephelerindeki bu kargaşa belli bir düzen ve tasarım estetiğine dayanmaya yoluna girer. Çok kötü olanlar deşifre edilir, kullanıcı ve uygulayıcıları tarafından estetik hale getirilme yoluna girer” ifadelerini kullandı.
(HABER MERKEZİ)