İYİ Parti Çanakkale Milletvekili Rıdvan Uz, TBMM’deki Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçe görüşmelerinde partisi adına söz aldı.
Uz, konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
“Türkiye’nin sanayi sektöründeki mevcut durumunu ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın bütçesi çerçevesinde geleceğe yönelik adımlarımızı değerlendirmek üzere İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Malumunuz olduğu üzere Türk Milleti olarak, batı dünyasında meydana gelen buhar makinesine dayalı sanayi devrimini kaçırdık.
Milletimiz, ağır bir bedel ödeyerek bu hengâmede bir imparatorluğu elinden kaybetti.
Cumhuriyetimizin kökleri, Çanakkale’de yedi düvele karşı direnen, bağımsızlığı uğruna en zor şartlarda dahi mücadeleden vazgeçmeyen ecdadımızın fedakârlıkları üzerine kurulmuştur.
Bu bilinçle, sanayimizi daha ileriye taşımak, yüksek teknoloji ve yenilikçilikle harmanlanmış bir ekonomi yaratmak bizim temel görevimizdir.
Sanayinin ülkemizdeki ağırlığı, büyümenin ve bağımsızlığın en önemli unsurlarından biridir ve bu vizyon ve şuurla sanayi politikalarını detaylıca ele almak zorundayız.
Milli bir görev olarak, ülkenin uluslararası rekabet edebilmesini sağlayacak, yenilikçi teknoloji ve sanayii ürünlerini tüm insanlığa sunacak, vereceği dış ticaret fazlasıyla müreffeh ve huzurlu bir memleketi temin edecek sanayii altyapısına sahip olmalıyız.
Sanayimizin genel durumuna dair teknik konulara ve rakamlara geçmeden önce şu hususun altını çizmek istiyorum.
En iyi yatırım insana yapılan yatırımdır. Bu noktayı, iktisatçılar, beşeri sermaye olarak adlandırıyor. Beşeri sermayeniz, güçlü olabilmesi için üç temel gereklilik var.
Birincisi, güçlü bir eğitim sisteminiz olmalı, ikincisi, güçlü bir demokrasiniz olması gerekir, sonuncu ise; ifade ve teşebbüs hürriyeti dâhil olmak üzere tüm hürriyetleri güvence altına alacak güçlü bir adalet şemsiyeniz olması gerekir. Maalesef ülkemiz ne eğitim konusunda ne demokrasi konusunda ne de hak ve özgürlükler konusunda iyi bir sınav vermiyor.
Ak Parti iktidarının karnesi kırıklar ile dolu, o yüzden yetişmiş mühendislerimiz yurtdışına gidiyor, oyüzden yetişmiş doktorlarımız, Almanca öğrenmek zorunda hissediyor.
Çarpık ve yanlış eğitim sistemimiz yüzünden ne tornavida tutmayı çocuklarımıza yeteri kadar öğretebiliyoruz ne de klavye kullanmayı.
Türkiye orta gelir tuzağına düşüyorsa, belirli bir çıtayı aşamıyorsa, bunun temel sebebi 22 yıldır bu ülkeyi yöneten Ak Parti iktidarıdır.
İnsanı yaşatamıyoruz ki, devletimiz sağlıklı yaşasın, güçlü bir sanayi altyapımız olsun.
2025 yılı bütçe teklifini incelediğimizde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesinin %57,6 oranında bir artışla 124,5 milyar TL’ye çıkarıldığı görülüyor.
Mevcut enflasyonu göz önüne aldığımızda burada nominal bir artıştan söz edebiliriz ama reel olarak ciddi kayıplar söz konusu. Bütçenin dağılımı detaylandırıldığında, sanayi altyapısının geliştirilmesi ve sürdürülebilir bir sanayi politikası için gerekli olan sermaye giderlerinde %41,7 oranında bir azalma dikkat çekmektedir.
2024 yılında 5,3 milyar TL olan sermaye giderleri, 2025’te 3,1 milyar TL seviyesine düşürülerek bu alanda önemli bir gerileme yaşanmıştır.
Sermaye giderleri, sanayi sektörümüzün rekabetçiliğini ve verimliliğini artıracak altyapı yatırımları için kritik bir öneme sahiptir.
Bu azalmanın, sanayimizin gelecekteki dijital dönüşüm, yeşil enerjiye geçiş ve teknoloji tabanlı gelişim hedeflerini olumsuz yönde etkileme potansiyeli yüksektir.
Gelişmiş ülkeler, sanayi dönüşüm süreçlerinde dijitalleşme, yüksek katma değerli üretim ve inovasyon odaklı yatırımlara sermaye giderlerinde daha büyük paylar ayırarak bu alanlarda öncülük yapmaktadır.
Örneğin, Çin ve Güney Kore gibi ülkeler, yüksek teknolojili üretim hedeflerine ulaşmak için sanayi altyapılarına büyük yatırımlar yapmış, sermaye harcamalarına özel bir öncelik tanımışlardır.
Bu ülkeler, sanayilerinin global pazarda daha yüksek katma değer üretebilmesi için üretim alanlarına dijital teknolojiler ve otomasyon çözümleri entegre ederek verimliliklerini artırmışlardır.
Türkiye için bu tür bir sanayi yapısına geçişin gerekliliği ise her zamankinden daha kritiktir.
Sanayimizin dijital dönüşüm ve altyapı geliştirme çabalarının sürdürülebilirliği için sermaye harcamalarını artırmamız şarttır.
Sanayimizin düşük maliyetli ve düşük teknolojiye dayalı üretimden sıyrılarak yüksek katma değerli bir yapıya kavuşması için sermaye harcamalarındaki azalmayı geri çevirmek elzemdir.
Özetle, Türkiye’nin sanayisini güçlendirmek, dijital ve yeşil dönüşümü sağlamak, yüksek katma değerli üretim yapısını desteklemek için sermaye harcamalarına ayrılan payı artırmak stratejik bir zorunluluktur.
Sanayinin altyapısına yapılacak bu tür uzun vadeli yatırımlar, sadece bugünün değil, geleceğin sanayi hedeflerine ulaşmada da büyük rol oynayacaktır.
Sanayi sektörümüzün Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki payı, 2023 yılı itibarıyla %28,2 olarak kaydedilmiştir.
Bu oran, 2006 yılında %28,5 seviyesindeyken bugün neredeyse sabit kalmıştır ve bu durum, sanayi sektörümüzün ekonomideki ağırlığının yıllar içinde artmadığını göstermektedir.
18 yıldır yerimizde sayıyoruz.
Uluslararası rekabet ile birlikte düşündüğümüzde her geçen gün geriye gidiyoruz.
Dünyadaki toplam hasıladan aldığımız pay her geçen yıl biraz daha azalıyor.
Türkiye'nin bu konuda geliştirmesi gereken alanların başında, sanayinin ekonomiye katkısını artıracak stratejik bir sanayi politikası geliştirmek gelmektedir.
Bu doğrultuda, sanayinin ulusal ekonomiye katkısını daha da artırmak, uluslararası pazarlarda rekabet gücünü yükseltmek için belirli dönüşümler ve reformlar yapılması zorunludur.
Her ne hikmetse, yapısal reform denilince mevcut iktidarın tüyleri diken diken oluyor.
Türkiye’nin salt gerçekleri ile yüzleşmeye bu iktidarın cesareti yok. Her şeyi tozpembe gösterme hastalığından bir an evvel vazgeçin.
Bakın biz bu yıl içerisinde komisyon olarak Çin’e inceleme-gezisine gittik, yerinde gördük.
Son 30 yılda Çin nerden nereye gelmiş, Türkiye’yse gümrük birliği ülkesi olmasına rağmen hangi seviyede kalmış?
2023 yılı verilerine göre, Çin'de sanayi sektörünün GSYH içindeki payı %38,3 seviyesinde, Güney Kore’de ise %24,3 düzeyindedir.
Özellikle Çin ve Güney Kore gibi sanayi alanında yüksek teknolojili üretim kapasitesine sahip ülkelerle kıyaslandığında, Türkiye’nin sanayi sektöründe dijital dönüşüm, yüksek katma değerli üretim ve inovasyona dayalı büyüme alanlarında geri kaldığı görülmektedir.
Bu ülkelerin, sanayiyi ulusal ekonominin büyüme motoru olarak değerlendirdikleri ve bu doğrultuda stratejik sanayi politikaları izledikleri açıktır.
Sanayi sektörümüzün uluslararası pazardaki rekabet gücünü artırması için gelişmiş ülkelerin uyguladığı stratejileri benimsememiz gerekmektedir.
Türkiye, sanayisini daha dinamik bir yapıya kavuşturmak için yapısal dönüşüm projelerine öncelik vermeli, dijitalleşmeyi artırmalı ve üretimdeki katma değeri yükseltmelidir.
Dünya Bankası verilerine göre, gelişmiş ülkeler sanayi sektörlerinin ekonomideki payını artırmak için dijitalleşme ve yeşil enerji projelerine büyük yatırımlar yapmaktadır.
Türkiye’nin de benzer bir yapıya kavuşabilmesi için sanayi sektörü üzerinde daha fazla çalışması gerekmektedir.
Özellikle imalat sanayisinde yüksek teknolojiye dayalı ürünlerin geliştirilmesi, sanayinin GSYH’ye katkısını artırmak için kritik öneme sahiptir.
Sanayimizin mevcut durumunu detaylı bir şekilde analiz ettiğimizde, düşük ve orta teknolojiye dayalı ürünlerin hala büyük bir ağırlığa sahip olduğunu görmekteyiz.
2023 yılı itibarıyla Türkiye’nin imalat sanayi ihracatında yüksek teknolojili ürünlerin payı yalnızca %3,8 iken, düşük teknolojili ürünlerin payı %30,9 seviyesindedir.
Bu oranlar, sanayimizin katma değer üretme potansiyelinin sınırlı olduğunu göstermektedir.
Çin, Güney Kore ve Almanya gibi ülkelerde yüksek teknolojili ürünlerin ihracattaki payı %20’nin üzerindeyken, Türkiye’nin bu alanda geride kalması, sanayi sektörünün yüksek teknolojiye geçiş için yeterli desteği alamadığını göstermektedir.
Gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye, sanayi sektörünü büyütme potansiyeline sahip bir ülkedir; ancak bu potansiyelin açığa çıkması için bazı temel alanlarda daha güçlü desteklere ihtiyaç vardır.
Türkiye, üretim kapasitesini artırmak için imalat sanayiinde dijital dönüşümü hızlandırmalı, yeşil enerji kullanımını teşvik etmeli ve AR-GE yatırımlarını daha fazla desteklemelidir.
OECD ortalamalarına göre, Türkiye AR-GE harcamalarında %1,32 ile %2,68 olan OECD ortalamasının oldukça gerisinde kalmaktadır.
Almanya, Güney Kore gibi ülkelerde AR-GE harcamaları %3,5 seviyesine kadar çıkarken, Türkiye’nin %1,32 seviyesinde kalması, sanayi yapımızın yenilikçi ve teknoloji odaklı bir yapıya geçişini zorlaştırmaktadır.
Ulusal üretim kapasitemizi artırmak ve sanayi sektörünü ekonominin daha büyük bir itici gücü haline getirmek için politika değişikliklerine ihtiyaç vardır.
Bu kapsamda yapılacak yatırımların dijital altyapı ve AR-GE çalışmalarını kapsaması gerekmektedir.
Sanayi altyapısının dijital dönüşümü, üretim maliyetlerini düşürmekle kalmaz, aynı zamanda üretim verimliliğini ve kalitesini de artırır.
Bu da Türkiye'nin sanayisini daha dayanıklı ve uluslararası pazarda rekabetçi bir yapıya kavuşturur.
22 yıldır, ülkeyi idare eden bir iktidarın bu süre zarfında dört başı mamur bir sanayi politikası ortaya koyamaması içler acısıdır.
22 yıl önce Kars’ta sanayi altyapısı neyse bugün de aynıdır. 22 yıl önce Artvin’de sanayi altyapısı neyse bugün de aynıdır.
Ne verilen teşvikler ne de krediler ülkemizde dengeli dağılan bir sanayi altyapısı oluşturamamıştır.
Cumhuriyetin bin bir emekle, özveriyle inşa ettiği birçok sanayi tesisi AK Parti iktidarı döneminde yok pahasına özelleştirilmiştir.
Özellikle en çok sanayi tesisine ihtiyaç duyulan illerde, bu tesisler kapatılarak, yerlerine konut, AVM inşa edilmiştir.
Türkiye’nin sanayi sektörünü büyütmek ve uluslararası rekabet gücünü artırmak amacıyla sektör politikalarında dönüşüm şarttır.
Türkiye’nin yüksek teknoloji odaklı sanayi yapısına geçiş yapması gerekmektedir.
2023 yılı itibarıyla yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatındaki payı %3,8'dir; bu oran, gelişmiş ülkelerin oldukça gerisinde kalmaktadır.
Örneğin, OECD ortalaması %18 iken, Almanya %16, Güney Kore %17, Hollanda %21, Çin %23, İrlanda ise %41 oranına sahiptir.
Bu fark, Türkiye'nin yüksek teknoloji alanında ciddi bir iyileşmeye ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.
Türkiye, düşük teknolojili ürünlere daha fazla odaklanarak küresel pazardaki rekabet gücünü kısıtlamaktadır.
2023 yılı itibarıyla düşük teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatındaki payı %30,9’dur.
Bu yüksek oran, sanayimizin düşük katma değerli ürünlere yöneldiğini ve bu nedenle uluslararası pazarlarda güçlü bir rekabet sağlayamadığını göstermektedir.
Diğer ülkelerle kıyaslandığında, Türkiye'nin sanayi yapısında düşük teknolojili ürünlere bağımlı olduğu açıkça görülmektedir.
Yüksek teknoloji ürünlerinin üretimi ve ihracatı, bilgi ve beceri kapasitesiyle doğrudan ilişkili olup ülkelerin rekabet gücünü artırmaktadır.
Yüksek teknolojiye geçiş yapan ülkeler, döviz gelirlerini ve ekonomik refahlarını artırarak daha hızlı büyüme ve kalkınma sağladıkları altı özellikle çizilmesi gereken bir husustur.
Türkiye’nin AR-GE harcamaları da yetersiz kalmaktadır. 2022 yılı itibarıyla Türkiye'nin toplam AR-GE harcamalarının GSYH’ye oranı %1,32’dir; bu oran OECD ortalamasının (%2,68) oldukça altındadır.
Almanya ve Güney Kore gibi sanayi devleri, AR-GE harcamalarını %3,5 seviyesine çıkararak yenilikçi ürün geliştirme süreçlerinde başarılı olmuşlardır.
Türkiye’nin de benzer bir gelişim sağlayabilmesi için AR-GE’ye ayrılan kaynakları artırması ve yüksek teknolojiye geçişi hızlandırması zorunludur.
Türkiye’nin sanayi politikalarında yüksek teknolojili üretimi teşvik eden bir yapıya geçiş yapması, uzun vadede küresel pazarlarda daha rekabetçi olmasını sağlayacaktır.
Bu kapsamda, Yetkinlik ve Dijital Dönüşüm Merkezlerinin (Model Fabrikalar) dijital dönüşüm altyapılarının tamamlanarak yeşil dönüşüm hedeflerine katkı sağlaması, sanayimizin modernize edilmesine yönelik güçlü bir adım olacaktır.
Türkiye’nin düşük teknolojili ürün ihracatından yüksek teknolojiye geçişi hızlandırması, sanayinin GSYH’ye katkısını artıracak ve uluslararası pazarda rekabet gücünü yükseltecektir.
Sanayi sektöründeki kapasite kullanım oranları da ülkemiz sanayisinin mevcut performansını gösteren önemli bir veridir.
2024 yılı Ekim ayı itibarıyla sanayi sektöründe kapasite kullanım oranı %75,2olarak kaydedilmiştir.
Dayanıklı tüketim mallarında ise kapasite kullanımı %73,6 seviyesindedir.
Bu veriler, sanayi sektörümüzün mevcut potansiyelini tam anlamıyla kullanamadığını göstermektedir.
Kapasite kullanım oranının artırılması, sanayi sektöründe büyüme hedeflerimize ulaşabilmemiz için önemli bir adım olacaktır.
Sanayi üretim kapasitemizin artırılması için stratejik yatırımlar yapmalı ve sanayi politikalarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.
Yüksek enflasyonist ortam ve yüksek faizler iç talebi daraltmakta, teknoloji yatırımlarının maliyetini kat be kat artırmaktadır.
Tasarruf oranlarının düşüklüğü ve sermaye yetersizliği ülkemizin kanayan yaralarıdır.
Özellikle son 5 yıl içerisinde bozulan makro-iktisadi dengeler ile birlikte, ülkemiz yabancı sermaye çekmekte zorlanmaktadır.
Birçok saygın sanayi kuruluşu, yatırımlarını Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti başta olmak üzere yurtdışına yönlendirmektedir.
Bulgaristan bile, ülkemizle doğrudan yatırımcı çekme konusunda rekabetçi hale gelmiştir.
Enerji maliyetleri sanayicimiz için çok yüksektir. Sanayicimizin enerji maliyet yükünü azaltıcı tedbirlerin alınmadığını üzülerek görüyoruz.
Özetle; Türkiye’nin sanayi sektöründe yapısal dönüşüm ve teknoloji tabanlı büyümeye geçiş yapması kaçınılmazdır.
2025 yılı bütçesi, yüksek teknolojiye yatırım yapmayı, AR-GE faaliyetlerini artırmayı ve dijitalleşme sürecini hızlandırmayı destekleyecek şekilde yeniden ele alınmalıdır.
Bu bütçe, yalnızca sanayi altyapısına değil, aynı zamanda sanayimizin dijital dönüşüm ve yeşil enerjiye uyum sağlamasına yönelik destekleri de içermelidir.
Gelişmiş ülkelerin sanayilerinde yakaladıkları başarılar, teknolojiyi ve yenilikçiliği merkeze alan sanayi politikalarının bir sonucudur.
Bizim de benzer bir politika izleyerek güçlü ve bağımsız bir sanayi yapısı kurmamız gerekmektedir.
Son olarak, Türkiye’nin sanayi sektörü büyürken iş güvenliği konusundaki eksikliklerin ve iş kazalarının önlenmesinin kritik bir önem taşıdığını vurgulamak isterim.
İliç maden kazası başta olmak üzere; tüm maden ve sanayi kazalarında kaybettiklerimizi saygıyla ve rahmetle anıyorum. İliç de insanlarımız kefensiz toprağın altında yattıkları gerçeğini bir kez daha hatırlatıyorum.
Ülkemiz, maalesef iş kazalarında yüksek oranlara sahiptir ve bu durum sanayi politikalarımızın iyileştirilmesi gereken önemli bir yönünü oluşturmaktadır.
Her yıl binlerce işçimizin hayatını ve sağlığını riske atan bu kazaların önlenmesi için gerekli denetimlerin artırılması, iş güvenliği yatırımlarının yapılması ve sanayi sektöründe güvenli çalışma koşullarının oluşturulması şarttır.
Gelişmiş ülkelerin sanayi sektörlerinde iş sağlığı ve güvenliği için ayrılan bütçe ve uygulanan standartlar örnek alınarak, Türkiye’de de sanayi güvenliğini en üst seviyeye çıkarmalıyız.
Bu doğrultuda, sanayi politikalarımıza iş sağlığı ve güvenliği önceliği ile daha kapsamlı yatırımların yapılması gerektiğini vurguluyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.”
(HADİYE AYŞE İRİM)