İnsanlar teknoloji ile tanışmaya başladığı andan itibaren; geleneklerden, kültürlerden, geçmişe dair her ne varsa uzaklaşmaya başladı. Öte yandan teknolojinin içerisindeki bu yüzeysel ve tek tipli yaşam tarzı insanların geçmişe olan özlemini açığa çıkarmaya da başladı. Bu kadar telefonlara, laptoplara gömülmüşken, eşimizle, dostumuzla zaman ayırmayı bırakmışken ve en önemlisi Türk kültürünün mihenk taşlarından biri olan bayram zamanlarında yaşanan o tatlı telaşın yerini 'nerede o eski bayramlar' kelimesi almasıyla beraber, bazı değerlerin köklü bir şekilde değişmeye ya da yok olmaya yüz tuttuğu hissediliyor. Öte yandan son zamanlarda dünyada yaşanan pandemi, yangın, deprem tarzı toplumsal ve derinden etkileyen olayların ardından insanlar geleneklerine, kültürlerine ve özellikle geçmişe olan özlemlerini daha da hissetmeye başladı. Çanakkale'de Eskici's isminde bir dükkan işleten Semra Özçelik'in de işte bütün meselesi geçmiş. 6 senedir bu dükkanı işleten Özçelik, eskiden el emeği göz nuru olan çeyizlikler, genç kızların nakışları derken Çanakkalelilerin geçmişe olan özlemini bir nebze olsun doyurmaya çalışıyor. Anneannelerimizin sandıklarında sakladıkları hayallerini, her dokunuşuyla, deseniyle emeğin buram buram samimiyetini Çanakkale OLAY Gazetesi'ne anlatan Semra Özçelik; "Ben antika severim, bakır pirinç almam, onlar bana soğuk geliyor. Bugün bir tane eşya aldım ilk yaptığım şey koklamaktı, kimine göre belki çok ağır bir kokudur ama ben koklarım, onu severim öyle sandık, kokar tarih kokar" dedi.
Her bir antika parçanın bir hikayesi olduğunu dile getiren Semra Özçelik, her bir parçanın bir hikayesi olduğunu ifade ederken, öte yandan Çanakkale OLAY Gazetesi okurlarına bu hikayelerden birkaçını anlatarak; "Hayalim hem antik bir kafe havası hem de antika olan şeyler satmaktı. Gelenlerin oturup bir şeyler yiyip içebilecekleri, bizim yaptığımız kekleri, poğaçaları ikram edeceğimiz bir yer. Eğer böyle bir yer açarsan ben de Gödek yaparım diyordu kız kardeşim. Böyle bir hayalimiz vardı ama Çanakkale'de öyle bir mekan bulamadık. Zaten ben başlarken tezgahtar olarak başladım bu işe. 6 senedir bu dükkandayım, 9 senedir bu işteyim. Bunların hepsi el emeği ama benim elimin emeği değil anneannelerin, annelerin, babaannelerin emeği bunlar yani eskilerin çeyizleri. Antika eşyalar var, yeni şeyler de getiriyorum arada. Bir gün bir yağlık geldi. Bir şey dikkatimi çekti yağlıkta, sanki bir ev bahçesi var bir kadın oturmuş, döndüm baktım evet ama 2 tane aynı şeyi işlemiş çiçeğin biri pembeyse biri eflatun mavi gibi işlemiş. İki aynı ev ortada bir tane selvi ağacı, selvinin üstünde bir kuş. Günlerce baktım sonra çözdüm işi ama dedim acaba mı? İnternete ekledim, ben çözdüm hikayesini çözebilecek olan var mı dedim. Aradan zaman geçti, aldığım hanım geldi, gel dedim buraya senin babaannen kuma mıydı? Eskiden öyle bir şey yoktu ki dedi dedem iki evliydi.. Dedim bir şey soracağım çok özel, Gayrimüslim misiniz dedim? Durdu söylemek istemedi, bende kalır dedim. Nereden anladın dedi, biz Müslümanlar böyle şeyleri resmetmeyiz dedim. Çünkü çok daha genç yaştayken duymuştum, benim ablam fotoğrafçıydı Yenice'de. Bak bakalım ablan nasıl can verecek bunlara dedi, eskiler fotoğraflara can verecekmişsin derdi yarın ölünce. İnanca aykırı diye çünkü. Geçenlerde bir çevre geldi, Osmanlıca yazılmış hikayesi de; iki sevgili oğlan kızmış kıza, bir şey oldu kızdı herhalde parçalamış lugatı, çevreyi vermiş, çevreyi yavuklularına işlermiş kızlar, efe mendili de deriz biz. Ama çocuk kabul etmemiş, yazının anlamı 'işlediğim bu çevre bile beni affetmene yetmedi' Böylesi zor bulunuyor, bazılarını saklıyorum evimde ama sakla sakla nereye kadar ölüverince eskiciye veriyorlar, dükkanlar alıyor. Ama eskilerde hep bir şeyler var kullanmamışlar. Benim işim olandan alıp olmayana satmak gibi bir şey yani" şeklinde konuştu.
Hayalindeki işi yaptığını öte yandan her işte olduğu kadar bu işte de tatsız durumlar yaşandığını dile getiren Özçelik; "İki arkadaş giriyor, ölü eşyaları bunlar diyorlar. Kimisi, böyle şeyleri kullanmam onun enerjisi bana geçer diyor, o mutsuzsa bende mutsuz olurum, böyle bir şey yok, yıkarsın, paklarsın senin enerjin geçmiş olur. Ben antika severim ama bakır pirinç almam onlar bana soğuk geliyor, bugün bir tane eşya aldım, ilk yaptığım şey koklamaktı, kimine göre belki çok ağır bir kokudur ama ben koklarım, onu severim, sandık tarih kokar. Gerçekten çok doğru bir iş yapıyorum, benim evim de 100 yıllık antika bir ev. Yeni eşyalarla hiç güzel olmuyor benim evim. Bence insanlar kendi enerjilerini kendileri belirler, enerjili eşya olmaz, o eşyaları işlerken çok büyük umutlarla işlemişler. Eskiden yokluk varmış ki kullanıp harcamak istememiş, eskiden kullanırsın eskirdi, düğün dernek yaparsın, evine insan gelecek diye değiştirirsin. Eskiden büfede fincanlar vardı, o fincanlar öylece durur, ya bir kere yada iki kere kahve yapılmıştır çünkü çok önemli bir misafir gelecektir de onun için kullanılacaktır. Şimdi hemen çöp kenarına koyarlar, eskiciye verirler ya da dükkana satarlar. Vintage; işte o döneme geçmeye çalışıyorlar, eskilere ya zaten yeni olan bir şeye bakıyorsun çarşıya çıkıyorsun bir bakıyorsun saçma sapan bir model saçma sapan renkler basit yani, sanki örtünmüş olmak için bir çoğu. Ama eskiden böyle değilmiş ya bizim zamanımızdaki kıyafetler şimdi yok... Birkaç seneye aynı güzelliği yakalayabiliriz ama çünkü çark tekrar dönmeye başladı. Soğuk havalarda banka kuyruğunda beklemeyip geliyor kadın, zaten çok merak ediyordum diyor, özgürce karıştırır teşekkür eder. Bugün de çok dağıldı dükkan, sesimi çıkarmam ben patlama noktam yoktur. Bir keresinde bit pazarından bir şey almıştık, kadın geldi benim dedi bağırarak çalıntı dedi, polisleri topladı, polis nereden aldın dedi bit pazarından aldım dedim. Bir de bir keresinde yine bir hurdacı eşya getirdi, ben de aldım sonra bir iki hanım geldi dükkana, birbirleriyle konuşuyorlar, ben buyurun dedim ama bana bakmadılar dedim buyurun ben yardımcı olayım aradığınız bir şey varsa, döndü bir tanesi kaşını gözünü toplamış bana, bunlar çalıntı mal annemin evinden çalınmış mallar ve siz çalıntı mal satıyorsunuz dedi. Ben dedim hurdacıdan aldım kadın şikayetçi oldu ama hemen serbest bıraktılar. İki kere öyle olay yaşadım, artık bit pazarına gitmiyorum. Hayatım boyunca emniyet bilmem ifadem alınmadı, sabahtan akşama kadar tuttular sanki suçluymuşum gibi, artık birinden mal aldığımda her bilgiyi alıyorum. Yasal olarak öyle" ifadelerini kullandı.
Her yörenin her parçanın kendine özgü bir dili olduğu ve bu dilin kıyafetlere yansıdığını dile getiren Özçelik; "Benim her günüm anı, her şey anı burada. Eskiden olan kıyafetler, karyola takımları, oda takımları, cam seramik, eski seramikler, eski vazolar var. Mesela yenice çevresi; 4 kenarı işlidir, bunların arkası önü birdir yani tersi yoktur. Bu kıyafeti gelinler bellerine bağlarlarmış bindallılarının üzerine, ben de bir gün büyüyünce bağlayacağım derdim ama adet kalmadı, Antika olması için 100 sene olmalı. Mesela bir ürünüm var, Osmanlıca yazılmış, Yadigar adı; öyle diyorlar, ben bunu şöyle açıkladım sevdim yazıyormuş kırmızı yazı Osmanlıca çulha demiş yani bu işlediği bez parçası bile yetmemiş onu affetmesine ayrılmışla. Mesela pomak gelin kemeridir, bu bir Türkmen kıyafetidir, biz damalı deriz Yörükler de damalı der. Gelin duvağı; eskiden beyaz gelinlik yok, yağlık dediğimiz şeyler bunların önü arkası birdir yani başlangıç yerleri belli değildir. Uçkuru gelinler bindallıların üstüne takarlar. Eskiden övme kitapları yokmuş şalvarındaki elbiseyi, bir şeyi ya da aklından geçen bir şeyi yapmıştır. Mesela bana desen Semra abla biz kardeşlerimle ortak almak istiyoruz aynısından ev değil site versen yok. Eskiden şerbetlikler varmış şerbetlik dedikleri de şimdinin gümüşlükleri eski mobilyalar çok daha başkaymış, Mesela çan halısı artık dokunmuyor ne yazık ki, şimdilerde yeniden dokumaya başlamışlar ama kendileri yeni özgü modeller yapmışlar ben olsam eski modelleri yaparım. İşin var diyelim ama hemen bir yere gitmen gerekecek, Pomaksın tabi bu arada, kadın işini bırakıyor hemen kolluklarını giyiyor görünen kısım bu, sanki içinde çok güzel bir kıyafet varmış gibi izlenim yaratırlarmış" dedi.