Kentin esnaf yaşamını uzanmak, kent esnaflığının; değişimini, gelişimini dinlemek, eski dönemlerinden bugünlerine ışık tutmak için akla gelen ilk isimlerden biri Nabi Gök, kentteki markasıyla Nabi Giyim!… Çanakkale’deki ilk iş yerini 60’lı yılların sonunda açan ve kentte; 70’leri, 80’leri ve 90’ları, esnaf gözüyle yaşayan, gözlemleyen Nabi Gök, özellikle bir 70’li yıllar öncesinde, Musevi yurttaşların çoğunluğunu oluşturduğu kent esnaflığı döneminden bugünlere değerlendirmelerde bulundu…
Ticaret hayatı İstanbul macerası ile başlamış…
1953’te doğan Nabi Gök, Çanakkale’nin eski esnaflarından Sabri Bey’in oğlu… O günleri; “Eski İpek Sinemasının karşısında bakkal dükkanımız varmış. İpek Sineması da bu yeni yapılan İnönü Köprüsü’nün hemen köşesine denk gelen yerde… Babam, Sabri Gök, bakkal dükkanını işletirmiş… Ben doğduğumda, 1953’teki Yenice depreminde vefat etmiş. Oraya mal götürüyorlarmış. Deprem sırasında yaşamını yitirmiş… Seneler birbirini kovaladı. Bize Dedem Uşaki Tarikatının son lideri Mehmet Sukuti… Müftülük falan da yaptı. O sahip çıktı. Bizler okul hayatımıza devam ettik tabi. Ben Orta 2’de belge aldım. Sonra İstanbul’da Lion Mağazalarında çalıştım. Ben 16-17 yaşına kadar İstanbul’daydı. Dedem Yahudilerin yanına verdi beni Galatasaray’da. Rahmetli dedem hep arkamızdaydı…” ifadeleri ile özetliyor Nabi Gök!...
“Birçok şeyi Yahudilerden öğrendim”
“İstanbul’da Yahudilerin yanında çalıştım” diyen Nabi Gök, “Ve birçok şeyi de onlardan öğrendim. Eskiden mal almak bile böyle değildi. ‘Söz’ vardı; çek, senet yoktu. ‘Ben bunu sana Perşembe günü öderim’ ya da ‘15 gün sonra vereceğim’ denirdi. Ama herkes de sözünde dururdu… Mali zamanında teslim eder, parasını zamanında verirdi…” ifadeleri ile anlatıyor o dönemleri…
Çanakkale’de önce kısa bir çıraklık, sonra Nabi Giyim’in açılışı…
Bir süre İstanbul’da yaşadıktan ve orada ticareti öğrendikten sonra Çanakkale’ye dönen Nabi Gök, Muharrem Yasa’nın işletmeciliğini yaptığı ve o dönemin markalarından “İtimat Konfeksiyon”’da çalışmış… “Bir sene çalıştım orada” diyen Nabi Gök, Muharrem Yasa’nin kendisini sevdiğini ve bırakmak istemediğini ifade ederek, “O da bırakmak istemedi beni, ama benim kafam başkaydı. Kendi işimi yapmak istedim” diyerek bugünlere gelen bir markanın da temellerinin o yıllarda atıldığını söyledi… Muharrem Yasa’nın yanından ayrıldıktan sonra…; “Bir dükkan buldum, hava parası istediler, o zamanın parasıyla 5 bin lira!... Param yok, annemin bilezikleri vardı, onları satarak hava parası yaptık. İlk dükkanımı öyle açtım. Seneler birbirini koşturdu, takip ettik, hep ilkleri yapmaya çalıştık. Bugünlere geldik” diye özetliyor ilk mağazasından itibaren geçen süreyi…
Kendi iş yerini de Yahudi yurttaşların destekleri ile açmış…
Hava parası verilir, iş yeri tutulur, ama bir eksik vardır; dükkanın içine bir de ürün koymak gereklidir… Genç bir delikanlı iken Çanakkale’de işyeri açma cesaretini gösteren Nabi Gök, o dönemi; “Sonra dükkanı açınca mal almamız gerekti. Tabi paramız yok ama ben İstanbul’da bu işlerler uğraşan Yahudileri tanımamın ve beni sevmelerinin yararını burada da gördüm. Bana burada ilk yardım edenler de Yahudilerdi. Malımızı aldık, iş yerimizi doldurduk. Çanakkale’de de Yahudiler yoğun olarak yaşıyor o dönem. İç içeyiz. Zaten ticaret, esnaflık onlarda… O zamanlar Çanakkale’de ticaretle uğraşan Yahudiler vardı. Başka da yoktu zaten onlardan başka. Ben ilk dükkanımı açtığımda o zamanlar, Çanakkale’de Yahudi arkadaşlarımız, dostlarımız da alışverişe gelirlerdi” ifadeleri ile anlatıyor…
Mağazada halıyı gören ayakkabısını çıkardı…
İlk dükkanını Yalı Camiinin çaprazında açan Nabi Gök, o yılları küçük bir anısıyla hatırlıyor… Mağazasına halı serdiğini ifade eden Gök, “Dedim ya ‘İlkleri yapmaya çalıştım’ diye; Mesela ilk tişörtü Çanakkale’ye ben getirdim. 69-70 senesinde Vakko sattım Çanakkale’de. İlk iki katlı mağazayı ben açtım. Mağazaya halı koyduk millet ayakkabıyı çıkararak girmeye çalışıyordu, her taraf halıydı. İlk bayan tezgahtarı da ben çalıştırdım. İlk uzun yaka gömleği yine ben getirdim” diyerek ilklerinden bahsetti
“Şeref ağabey tam bir esnaftı…”
Hep yeni ürünleri getirdiğini ve çok ürün getirdiğini ifade eden Nabi Gök, “Bana hep; ‘Bu çocuk batacak, nasıl yapıyor?’ dediler. O zamanlar burada Kasap Sinto’lar vardı. Onların oğulları vardı. Geliyorlardı; ‘Niye bu kadar mala getiriyorsun’ diyorlardı. Biz o zaman 15-20 satış yaparken onlar 100-150 satış yapıyormuş günde. Sonra biz de pardösüleri, kabanları dışarıya çıkarmaya başladık, bizim satışlar da arttı. O zaman işte burasını aldık. Buraya geldik işimiz daha da çok arttı. Sonra burada Yumurcak’ı açtık. Daha evvel de Yumurcak açmıştık. Eski Yalova lokantası vardı, eskiler bilir; Çanakkale’nin en güzel çalışan lokantasıydı. Şimdi bildiğimiz Yalova balıkla meşhur oldu ama, onların babaları vardı, Şeref Ağabey tam bir esnaf adamdı. Kurulmuş saat gibi gelir giderdi” diyerek anıyor o günleri, Şeref Ağabeyi…
Nesim Yohay’ın tokadını da unutmuyor Nabi Gök!...
Eskiyi her yad edişinde Musevi/Yahudi yurttaşları anmadan geçmeyen Nabi Gök, sık sık “Ben burada Yahudilerden çok şey öğrendim” diyor. “Mesela sabahları dükkanı süpürürdük, ama hep dışarıya. Burada Nesim amca vardı, Nesim Yohay… Geldi bana bir tokat attı bir gün… ‘Nesim amca niye vurdun bana, sabah sabah’ dedim. ‘Oğlum böyle olmaz. Sen bereketi dışarıya kovalıyorsun’ dedi. Ondan beridir burada yerler hep içeriye doğru süpürülür” diyerek andı Nesim Yohay’ı…
“Hepsi değerli insanlardı…”
“70’li yılların başında Çanakkale’de 60-70 aile vardı Yahudilerden…” diyen Nabi Gök, “Sonrasında hepsi İstanbul’a göç ettiler. Bir takım sorunlar nedeni ile; çocukları büyüdü, evlenme zorluğu gibi nedenlerle göç ettiler. Tahsil hayatları, evlilikleri… Hepsi değerli insanlardı, hepsi işini bilen insanlardı. Şuan Çanakkale’de olmuş olsalardı belki 3-4 tane daha fabrika olurdu. Şimdi bizim Çanakkale’mizin kaybı büyük. Tekstil Çanakkale’de olmazsa olmaz oldu. Çok ucuzlukçu mağazalar girdi ve kaliteyi düşürdü. Son 2-3 senedir ama düzelme var. Dükkanlar kendini düzeltiyor, kalite artıyor. Eskiden dört tane salça fabrikası vardı, şimdi daha çok domates üretiliyor ama fabrika yok. Umurbey’de meyve fabrikamız olacaktı, ama şimdi buzhane oldu. Salça fabrikaları kapandı olacak şey değil” diyerek hem Musevi/Yahudi cemaatinden yurttaşların gidişini hem de kentteki üretimin olmamasını böyle anlattı…
“Bizim sermayemiz dilimiz…”
“Müşterilerle diyaloglarımız çok iyidir” diyen Nabi Gök, “Bizim işte müşteri ile iletişim, konuşma da son derece önemlidir. Müşterilerle diyalog konusunda hiç üşenmezdim. Konuşma konusunda, mesela İstanbul’da Neslihan diye bir kızımız vardı, o beni yanına aldı. 3-4 ay bununla rahat konuşma çalışmaları yaptım. Bazen müşteriler gelir, ‘Çanakkale’de senin gibi esnaf yok, derler…’ Ben de diyorum ki; ‘Mayamız bu… Sermayemiz dilimiz…’ Biz burada dilimizi satıyoruz. ‘Satamadığın mal olur mu?’ derseniz, satamadığım malı zaten dükkana sokmam. Tabi ki bazen zorlandığımız oluyor. Onu da işte dil satıyor…
Esnaf olmak için…
“Ticarette tabiki kayıplar da olur, getiriler de olur. Şuanda deseler ki; ‘Böyle bir işe yapar mısın?’ İlk tercihim yine bu olur” diyen Gök, “Yani bizim için artık yemek içmek gibi bir şey oldu. Ben İstanbul’u gezerken, Çanakkale’den daha çok selam veriyorum. Hepsini tanıyorum. Alışverişim de daha rahat oluyor. 52 sene olmuş, herkes güvenir, tanır. Ben gidersem, Çanakkale yerle bir olur. Düzenimi kurmuşum, senelerimi vermişim, beş tane mağazam var. Ben gidersem arkamdan gülerler… Ben oğlumu da iyi yetiştirdim, ama bazı eksiklikleri var tabi. Yeni yetişenlerin eksiklikleri var. Yahudiler derler ki; “en az yüzde 75’i kendi sermayesi olacak. Yer kendinin olacak…” Yeni hem yer kira, hem de bankalara girdiği zaman, o adam havada uçuyordur. Onlar hiçbir zaman, kendi dükkanı olmayana çok zor mal verir. Adam bakıyor, bankaya borcu var, dükkanı kira, nasıl ödeyecek? Ödenmez” ifadelerine yer verdi.
Eski Çanakkale!..
“Eskiden küçük bir Çanakkale vardı, Küçüktü ama o kadar güzel yaşıyorduk ki” diyerek eski Çanakkale’yi anımsayan Nabi Gök, “Bizim Şehir Kulübümüz vardı. Orada Cumartesi günleri müzikler oluyordu. Cumhuriyet Meydanı’nda Halk Partisi, yanında postanemiz vardı. Orası şimdi Kız Meslek Lisesi oldu. Shell var ya, onun karşısında eski garajımız vardı. Aygaz Kavşağı’ndan sonrası yoktu… Saat Kulesi’nin orada Foto Niyazi vardı. Kilise vardı orada, ufak motorlar kalkardı iskeleden… O zaman şartlarda yoktu, Çanakkale çok küçüktü… Sonradan çok göç aldı kazalardan. Bu göçlerin hepsi de, hep tüketici, hiç üretici yok. Eskiden bir tane köprü vardı, köprü taştı mı yıkılıp giderdi… Eskiden “Harmanlık” dediğimiz, Barbaros Mahallesi ile irtibatımız kalmazdı… Çanakkale değişiyor ama insanlar değişmiyor. Şimdiki gençler, yokluğu bilmiyor. Biz çok zorluklardan geçtik, okul zamanlarımızda da öyle… O zamanlar Amerikan süt tozunu içiyorduk. Çanakkale ufacık, küçücük köy gibi bir yerdi. Zamanla büyüdü, arttı tabi” diyerek o günleri de anlattı…
(Seçkin Sağlam)
Not: Bu söyleşi Çanakkale TROİA Dergisi’nin Eylül 2017 sayısında yayınlanmıştır…